Onsekizinci asırdan önce bilim insanı Tıp, Matematik, Kimya, Fizik ve Astronomi bilgilerini bilen kişi demekti. Din bilgini ve hekim çoğunlukla sadece kendi dalında bilgi sahibi olurdu. Birkaç istisna ise hem din bilgini hem de diğer müspet bilimlerde de söz sahibi olurdu. Çünkü her bir bilim dalının bilgi dağarcığı dardı ve bir ömür içinde öğrenilebilecek kadardı.
Son 250 yıldan beri her bir bilim dalındaki bilgiler arttıkça, artık her bir bilim dalında yetkin bilim insanları oluşmaya ve zaman içinde bilimdeki ilerlemelere paralel olarak ve sağlık bilimlerinde daha erkenden branşlaşmalar başladı. Hekimlik, genel tabiplikten genel cerrah ve dahiliye uzmanlığı şeklinde ikiye ayrıldı. Bu dönemde bir cerrah her türlü ameliyatı yapar, ortopedik ve beyin cerrahi vakalarına bakar, kadın-doğum hekimi gibi vakalara müdahale de ederdi. Bir dahiliye uzmanı da iç hastalıkları yanında, kalp hastalıkları, göğüs hastalıkları, çocuk hastalıkları, nöroloji, hatta psikiyatri hastalıklarını da tedavi ederdi. Bu dönemlerde genetik diye bir branş da yoktu. İkinci Dünya Savaşından sonra başlamak üzere ve tıptaki gelişmelere paralel olarak genel cerrahi dalı önce göz, kulak burun boğaz, ortopedi, plastik cerrahi, göğüs-kalp-damar cerrahisi, beyin cerrahi, üroloji ve çocuk cerrahisine, dahiliye ise genel iç hastalıkları yanında önce nöro-psikiyatri, dermatoloji, fizik tedavi, infeksiyon hastalıkları, göğüs hastalıkları gibi dallara ayrıldı. Son 20 yıl içindeki hızlı gelişmeler karşısında bu branşlaşmalar da yetersiz kalmaya ve geniş bilgilere yetişilmemeye başlanınca yan dal branşları dediğimiz Üst İhtisaslaşmalar da hızla gelişmeye başladı. Örneğin 1974’yılına kadar nöro-psikiyatri uzmanlığı varken, bu tarihte nöroloji ve psikiyatri uzmanlıkları ayrı ayrı oldu, son 10 yıl içinde de nörolojide üst ihtisas olmak üzere 30 kadar yan dal uzmanlıkları oluştu.
Branşlaşmalardaki bu gelişmelerin nerelere doğru gideceği ön görüsü tam olamadığı için olsa gerek, Sağlık Bakanlığı 2002 yılında çoğu maddesi iptal edilmiş olan Tıp’ta Uzmanlık Tüzüğü’nü bir türlü yasalaştıramamakta ve Tıp’taki bu branşlaşmalara hitap edecek dinamik yasa maddeleri oluşturamamaktadır. Ancak bu arada üniversite öğretim üyeleri ve diğer eğitim hastaneleri öğretim üyeleri tüm dünya’daki yan dallaşmalardan uzak kalmamakta, kendilerini yetiştirmekte ve gerekli eğitimleri alarak üst ihtisaslaşmalarını gerçekleştirmekte, maalesef uygun bir uzmanlık tüzüğü olmadığından da yönelmiş oldukları bu yan dal uzmanlıklarına yönelik ve Sağlık Bakanlığından onaylanmış bir belgeleri olmaksızın bilimsel çalışmalarını devam ettirmektedirler.
Tıpta bu uzmanlaşmalar ve yan dallarda üst uzmanlıklar bilimsel gelişmelere paralel bir yapılaşma içinde gelişme becerisini bir şekilde ve Sağlık Bakanlığının ayak uyduramamasına bakmaksızın gerçekleştirirken, yargı teşkilatı yargının çeşitlenmelerine yönelik yapılanmayı şimdiye kadar tam gerçekleştirememiş görünmektedir.
Mahkemelerin yapılanmalarına baktığımzda:
Hukuk mahkemeleri:
Genel mahkemeler: Sulh hukuk, asliye hukuk
İhtisas Mahkemeleri: İş, ticaret, kadastro (tapulama), icra tetkik, fikri ve sinai haklar mahkemeleri, tüketici mahkemeleri
Ceza mahkemeleri:
Genel mahkemeler: Sulh, asliye ve ağır ceza
İhtisas Mahkemeleri: Aile, çocuk, fikri ve sinai haklar mahkemeleri
İdari yargı mahkemeleri: İdare, bölge idare, vergi mahkemeleri
Askeri yargı mahkemeleri:
Mahkemelerin bu yapılanmasında herkesin çok önemsediği sağlık konusuna yönelmiş bir yapılanma maalesef yok.
Halbuki sağlık çalışanı ve özellikle doktor, hasta için Tanrı gibi görülen bir kurtarıcı. Ancak bu görü yanında insan olduğu göz önünde bulundurulmayan ve insan olduğu halde hata yapmasına hak tanınmayan, hastalanması, uykusuz kalması, yorulması, üzüntülü olacağı, derdi olabileceği düşünülmeyen bir yaratık.
Böylesi mucizevi bir yaratığa karşı son yıllarda açığını yakalamak, hatasını bulmak veya her hastalığa özgü tıbben beklenen komplikasyonları “hekim hatasıdır” diye yorumlamaya hazır bir hasta ve hasta yakını yanında, gerçeği görmeden abartılı bir hekim ilgisi bekleyen, hatta durumu nedeniyle özellikli başka hastalara hak tanımayan hasta ve yakınları ile, şirketleşmeye başlayan avukatlar grubu (ön yargılı olmayanlar dışında) da oluşmaya başladı.
Nasıl Nasreddin Hoca ağaçtan düşünce kendisi gibi ağaçtan düşmüş birini yardım için istemişse, hekimi de ancak başka bir hekimin anlayabileceği öngörüsü doğrultusunda yargı sisteminin de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sağlık mahkemeleri şeklinde bir yapılanmaya gitmesi şarttır. Yoksa şu anda olduğu gibi sağlık işlevindeki gerçeklere uymayan yargı kararları daha da artacak ve hekimlerde oluşmaya başlayan sorunlu olabilecek hastadan kaçma, görüntülü ortamda hasta ve yakını ile muhatap olmayı benimseme (ispatlı olsun diye) gibi direnç ve çözüm girişimleri de daha çoğalacaktır.
Yargıda sağlık gibi ayrıca deprem, bilgi iletişim (internet) gibi konularda da branşlaşmanın gerçekleşmesi mutlaka adaletin en az zararla gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. Tabii ki bunun için hastanelerde temel teorik ve pratik sağlık eğitimini ve işlevselliğini yaşayarak eğitilmiş yeterli yargı mensuplarının (hakim, savcı ve avukat) yetiştirilmesi şartıyla ve dileğiyle.