Günümüzde sağlık hizmeti, geçmişte olduğu gibi bir hayır hizmeti şeklinde verilmekten çıkmıştır. Sağlık çalışanları, birer profesyoneldir. İşlerini bir ücret karşılığında icra etmektedirler. Sağlık kurumları da birer hayır kurumu değillerdir. Sadece özel sektör değil, kamuya ait sağlık kurumları da döner sermaye ve performans uygulamalarıyla birer işletme niteliğine bürünmüşlerdir. Yakın gelecekte, bu değişim çok daha fark edilir hale gelecek ve kamu hastaneleri de kâr zarar hesabına göre yönetilecek gibi görünmektedir. Küresel ekonominin baskısı altında, her biri, giderlerini azaltıp, gelirlerini maksimize edecek bir yapı ve yönetim anlayışı geliştirmeye zorlanmaktadır. Özel sektörün sağlık hizmeti sunumundaki payının artmasıyla, kamu işletmelerinin bunlarla yarışmak zorunda kalmaları da bu süreci hızlandırmaktadır.
Diğer taraftan, sağlık hizmetlerinin maliyetleri çok yükselmiştir ve giderek yükselmeye devam etmektedir. Eskisi gibi, maliyet hesabı yapılmaksızın sağlık hizmeti verilmeye devam edilmesi de çok güçtür. Kamu kaynakları, giderek hızla artan sağlık harcamalarını karşılamakta zorlanmaktadır. “Tüm sağlık hizmetlerinin, kalite korunarak, herkese ücretsiz olarak verilmesi”, insani bakımdan istenen bir durum olmakla birlikte, bunun sürdürülebilmesi pek gerçekçi görülmemektedir.
Sağlık söz konusu olduğunda paranın dile getirilmesi, yadırganan bir tutum olmakla birlikte, parayla sağlığı ayırmak da pek kolay olmamaktadır. Nitekim, “hasta ile hekim arasına para konusunun girmemesi” başta hekimler ve hekim örgütleri olmak üzere, hemen herkesin söylediği şey olmasına karşın; “Bıçak Parası” ve “Muayenehane Gerçeği”, toplumumuzda, maalesef pek çok kişinin yüzleştiği bir uygulama olmamış mıdır? Sağlık hizmetlerinin tamamen parasız verildiği Sovyet Rusya’sında bile, hastaların hekimlere zarf içerisinde para ödediklerini, yıllar önce Moskova ziyaretimizde Rus rehberimizden öğrenmiştim. Ne var ki bu fiili durum, bazı ütopyalarımızı terk etmeye yetmiyor. Bir tıp bayramında ….. kentimizin Tabip Odası Başkanının, özel muayenehanesinde para karşılığı hastalarına hizmet vermekte olduğunu hiç düşünmeden, kürsüde “Sağlık hizmetlerinin herkese eşit, kaliteli ve bedava” verilmesini istemesi ve “Tıbbın ticarileşmesini ve hastanın müşteri konumuna indirgenmesini asla kabul etmeyeceklerini” söylemesi bana çok ilginç (!) gelmişti.
Yukarıda tanımlamaya çalıştığım resim karşısında “Nasıl olur? Sağlık parayla satılır mı?” diye feveran edebilirsiniz. Ya da “Ekmeğin suyun bile parayla satıldığı bir dünyada, sağlık neden parasız olsun ki?” diyebilirsiniz? Bu tamamen nerede durduğunuza ve hangi zaviyeden olaya baktığınızla ilgilidir.
Yıllarca şampuanından, sabununa; güneş gözlüğünden ortopedik ayakkabısına ve hatta kaplıca tatiline kadar kişisel harcamalarını sağlık güvencesinden karşılatacak bir suiistimali; yetmiş milyonluk bir ülkede 85 milyon sağlık karnesinden bahsedilmesini; koskoca bir otobüs firması sahibinin yeşil kart taşımasını görüp alışan bizlerin, kamuya ait kaynakları kullanırken belirli sınırlamalar ve denetimlere tabi tutulmaya çok kolay alışamayacağımız açıktır.
Bence asıl olan sağlık hizmetlerinin tümüyle bedelsiz olması değil; fiziki ve ekonomik olarak ulaşılabilir olmasıdır. Ulaşılabilirlik, çok daha makul bir ilkedir. Herkes, ihtiyacı olan sağlık hizmetine kolayca ulaşabilmelidir. Çağdaş toplumlar, sosyal güvenlik kurumlarıyla, özel veya kamuya ait sağlık sigortalarıyla, bazı fonlarla sağlık hizmetlerini, sadece parası olanlar için değil; ihtiyacı olan herkes için ulaşılabilir kılmak durumundadırlar. Hizmetten yararlanan kişiler de, güçleri ölçüsünde bu hizmetlerin finansmanına katkıda bulunurlar. Koruyucu ve acil sağlık hizmetleri, halk sağlığı sorunları ile yoksul kişilerin ihtiyaçları söz konusu olduğunda ise, Devlet kendi kurumları yoluyla doğrudan ve/veya gerektiğinde katma bütçeden ödeme yaparak sağlık harcamalarını karşılar. Ne dersiniz? Bu daha makul değil mi?