Geçen ay bir bakanımız koroner bypass ameliyatı olmak için Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne gitti. Anjina pektoris şikâyeti ile gittiği bir üniversite hastanemizde Bakan Bey’in tanısı kondu, ancak o, ameliyat için bu hastaneyi değil ABD’yi tercih etti. Bakan Bey’in bir hasta olarak, hekim ve hastanesini seçme özgürlüğüne saygı duyuyoruz. Ülkemizde varlıklı yurttaşlarımızın bir kısmı tedavileri için yurt dışındaki merkezleri tercih ediyorlar. Bazı çok özel hastalıklar için bu konuda uzmanlaşmış yurt dışı merkezler seçilebilir. Ancak bu konuda “parası olan herkesin yurtdışına gitmesi” savına katılmamız pek mümkün değil.
Yurt dışını tercih eden hastalarımıza öncelikle şu gerçeği çok iyi vurgulamalıyız. Yurt dışındaki her hastane, her tıp merkezi iyi ve yeterli değildir. Buna doğum konusunda örnek vermek mümkün. Bazı gebeler doğumlarını ABD’de yapmak için, doğumlarına 1-2 ay kala bu ülkeye gidiyorlar. Bunun her şeyden önce bazı riskleri var: Erken doğum, su kesesinin açılması gibi riskler, atlantik aşırı bir uçuşta hiç de gözardı edilebilecek gerçekler değil. Doğumdan kısa bir süre sonra, minik bir bebekle tersine yolculuk da pek kolay olmasa gerek. Bir başka gerçek ise, doğum yapılacak merkezin tıbbi açıdan yeterli olup olmadığıdır. Bu konuda da hüsrana uğramış pek çok hastayı tanıyorum. Örnek vermek gerekirse; 5 kiloluk bebeği ısrarla “normal doğum” ile doğurtulmuş bir hastamı gösterebilirim. Bu hastamızda oluşan ciddi perine laserasyonlarını ikinci çocuğunu ülkemizde doğurttuktan sonra onarmıştık.
Aslında günümüzde yurt dışına sağlık nedenleriyle gidişlerde, en azından belli alanlarda bir azalma olduğunu görüyoruz. Memnuniyetle ifade edebilirim ki, pek çok alanda artık yurt dışından ülkemize hastalar gelmektedir. Özellikle İstanbul’un merkezi konumu ve dünyanın hemen her ülkesiyle günlük uçak bağlantısı olması, hastaların tercihlerinde önemli bir rol oynuyor. Pek çok Orta Doğu ve Balkan ülkesi altyapılarındaki eksiklikler nedeniyle gelir düzeyi yüksek hastalarını ülkemize gönderiyorlar. Geçen ay bir konferans için gittiğim Umman’da devletin bu iş için bir ünite kurduğunu ve hastaları Tayland, Hindistan ve Ürdün gibi ülkelere gönderdiklerini öğrendim.
Ülkemize yabancı hasta getirtebileceğimiz alanlardan bir tanesi de “İnfertilite ve Yardımcı Üreme Teknikleri”dir. Bu alanda son 10 yılda Türk tıbbı çok büyük bir aşama kaydetmiştir. İnfertilite tedavilerinin en ileri yöntemi olan Mikroenjeksiyon (ICSI) yönteminin uygulanmaya başladığı 1994 yılı ve onu takip eden yıllarda pek çok hastamızı başta Belçika ve Almanya olmak üzere yurtdışındaki merkezlere yolluyorduk. Bugün artık bu amaçla Türk hastalar yurtdışına gitmiyor. Hatta hem yüksek başarı oranları hem de preimplantasyon genetik tanı vb. uygulamaların Avrupa’daki bazı ülkelerde yasak olması nedeniyle yabancı hastalar tüp bebek tedavilerini ülkemizde yaptırıyorlar.
Açılan yeni ve modern hastaneler, deneyimli ve yabancı dil bilen hekimlerimiz ve uygulanan ileri tıp teknolojisi, önümüzdeki yıllarda ülkemize her alanda daha çok yabancı hastanın gelmesini sağlayacaktır.