Gelişmekte olan ülkelerde hastalara ne dereceye kadar adaletli davranıldığı şüphelidir. Ayrıca acil gelen bir hastayı bekletmek veya acil bir tahlil için hastaya günler sonraya tarih vermek adalete tamamen aykırıdır. Hergün gazete ve diğer yayın organlarında adalete aykırı vak’alarla karşılaşıyoruz.
Bilindiği gibi adalet, haklılık, doğruluk anlamına gelir. John Rawls, 70’li yıllarda bütün dünyada tartışılan “adalet kuramını” aynı adlı kitabında ele almıştır. Rawls, burada, toplumsal sözleşme kuramı çerçevesinde, hukuk norm ve kurumlarının temellerini açıklamaya çalışmaktadır.
Toplum sözleşmesi anlayışı, ahlaki normları toplumsal uzlaşmaya dayandırır. Ortak bir irade oluşturma süreci içinde, herkesi bağlayıcı ilkeler ve eylem kuralları belirlenip sözleşmeyle belirlenir.
Jean-Jacques Rousseau insanlar arasındaki eşitsizliklerin, teklerin irade güçlerinin birleşerek bir toplam oluşturmalarıyla ortadan kaldırabileceği tezini işler.
John Rawls ahlakı, Rousseau’nun bu sözleşme kuramları doğrultusunda, sözleşme anlayışı temelinde kurmaya çalışır. Rawls’ın adalet kuramı, bir yandan da utilitarizmin anlayışıyla hesaplaşma anlamına gelmektedir.
Adalet ilkesi, hekimin hastalarına eşit davranmasını, tedavide birini diğerinden daha önemli görmemesini sağlar. Bazı ülkelerde sınırlı sağlık kaynakları bulunabilir. Tıbbi araç, gereç ve olanakların adaletli bir şekilde dağıtılması bu ilkenin temelidir. Örneğin; organ aktarmalarında adaletli bir dağılım gerekir. Bu dağılımda bazı geleneksel görüşler, duygusal davranışlar yer almamalıdır. Özellikle herkesin yaşamını kurtaracak şekilde bir çıkış yolu bulmak, hekimin adaletli davranmasında en önemli kriterdir. Ancak düşünürler, tıpta hangi hastaya öncelik tanınması gerektiği konusunda, özellikle acil durumlarda, kura ile hasta seçme, ilk hastaya tedavi şansı, yani başvuru sırasına uyma bekleme listesine uyma, veya bazı kriterlere dayanarak hasta seçme gibi sistemler üzerinde dururlar. Ayrıca kriter sistemi içinde, tıbbi kriterler (örneğin; doku uyumu), kişisel kriterler (psikolojik uyum, hasta-hekim ilişkisinde yumuşaklık), günlük yaşam koşulları (örneğin; evde yardım vs.), hastanın yakınları için önemli oluşu, yine hastanın toplum için bir öneme sahip bulunması, hastanın yaşı (örneğin; bazı operasyonlar için bazı sağlık kuruluşlarında yaş sınırı vardır), sosyal alışkanlıklar (örneğin; hastanın alkol bağımlısı olması gibi) gibi sınıflamalar vardır.
Bütün tıbbi uygulamalarda hekimin hastalarına karşı bütün koşulları göz önüne alarak en adaletli şekilde davranması gerektiği bugünün gerçeğidir. Nitekim hekimin sınırlı sağlık kaynaklarının dağıtımında en adaletli şekilde davranarak ve hiçbir hastaya zarar vermeden eşitlikçi bir anlayışla yaklaşması gerekir. Burada aynı zamanda zarar vermeme ilkesi esas olmalıdır. Bu arada yaşın özellikle organ aktarımlarında bir kriter olmaması gerekir. Yine adalet ilkesinde diğer bir nokta, özellikle yoğun bakımlarda bazı hastaların uzun ve boşuna olarak düşünülebilecek ve yararsız sayılabilen bazı tedavileri yerine, daha kısa sürede sonuç alınacak hastaları tedavi etmenin ne derece adil olacağı fikri de zihinleri kurcalamaktadır. Çünkü burada, bazen uzun süre bir yoğun bakım hastasının boşuna tedavisi için büyük ekonomik harcamalar yapılmaktadır.
Ayrıca hastaları sosyal konumlarına göre ayırmak ve toplumda daha yüksek kabul edilene öncelik tanımak da adil olmamaktadır. Bu arada yaşam şekli de hastanın tedavisinde ona öncelik tanınmasını etkileyebilir. Eğer hasta sağlığını etkileyen kötü alışkanlıklara sahipse (tütün kullanımı gibi), bu alışkanlıklara sahip olmayan hastanın tedavisi öne alınabilir. Bu uygulama genelde adil olarak kabul edilir. Yine hastanın bakmakla yükümlü olduğu insanlar nedeniyle tedavide tercih yapılmasının üçüncü kişilerin iyiliği açısından adalete uygun olduğu da benimsenen bir olgudur.
Bütün bu bilgilerden sonra “Adalet ilkesi nereye kadar uygulanabilir?” sorusu da zihinlerimizi işgal ediyor.