Sağlık ve eğitim yaşamın merkezinde olup birey aile ve toplumların vazgeçilemez hedeflerindendir. Yaşamda uyum bedenen, ruhen ve sosyal yönden sağlıklı olmaya bağlıdır. Beden ve ruhun mucizevi etkileşimi ve işleyişi sayesinde yaşamımızı sürdürürüz. Bedenimizin-hücreden dokuya, dokudan organlara ve sistemlere kadar – etkileşiminden ve uyumlu işbirliğinden her zaman etkilenmişimdir. Sağlığın bozulması ile ortaya çıkan hastalık, varoluşumuzu tehdit eden bir krizdir. Mutlu ve üreten toplumlarda insanlar sağlıklıdır. Sağlıklı bireyleri, sağlıklı aileleri ve sağlıklı toplumları oluşturmak evrensel bir hedeftir. Birey, aile ve toplum olarak iyi bir sağlık içgörüsüne sahip olmalıyız. Bu içgörü de akıl, mantık, bilim, felsefe ve ahlaki ilkelerden etkilenir. Başka bir değişle sağlığımızı koruma, geliştirmede, hastalıkların tedavisi ve bakımında ; en başta devlet olmak üzere birey, aile ,kurum, kuruluşlar ve sağlık profesyonelleri bilimin ve ahlaki ilkelerin ışığında gerçekçi değerlendirmeler ve planlamalarla hareket etmelidirler.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. Maddesi “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” yazar.
Sağlıklı toplumlar ; eğitimli, ekonomik sorunlarını çözmüş, refah düzeyi yüksek toplumlardır. Bu toplumların sağlıkla ilgili sistemleri bilime , hukuka ve hümanizme dayalı işler. Sağlıkla ilgili projeksiyonlarında abartı ve günü kurtarma yoktur. Sağlık Bakanlığı’nın(SB) 2012 yılında yapılan ve yayınlanan sağlık göstergelerinin 2023 projeksiyonlarında bebek, çocuk, anne, yaşlı sağlık sorunlarının %50 ile %10 arasında azaltılacağı öngörülmüştür. Halk arasında bir söz vardır ”Lafla peynir gemisi yürümez.”
Sağlıklı toplumların oluşturulmasında ülke sağlığından sorumlu kurumların ve sağlık profesyonellerinin nicel ve nitel yeterlilikleri oldukça önemlidir.
2023 yılı itibarıyla kağıt üzerinde(!) 85 milyonu geçen nüfusumuza hizmet verecek sağlık kurum sayımıza baktığımızda ( toplam sağlık kurumu sayımız 34.941,yataklı sağlık kurumu;1547,yataksız sağlık kurumu;33394, Toplam hastane yatak sayısı:254497 ) bin kişiye düşen hastane yatak sayısı 3’dür.Aynı yıl itibarıyla yetersiz sayıda olan bu sağlık kurumlarında tedavi ve bakımdan sorumlu olarak çalışan sağlık insan gücü ne durumda bakacak olursak; Bir hekime 460, bir hemşireye 364, bir ebeye 1462, diğer sağlık personeline de 386 kişi düşmektedir. Başka bir değişle hasta olma lüksümüz yok!
1923 yılında başlatılan sağlık seferberliğinde, ana-çocuk sağlığını yükseltmeye ve bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye yönelik kurumlar açılmış ve buralarda çalışacak hekim, ebe-hemşire ve çevre sağlık memurları yetiştirilmiş, dolayısıyla kısa sürede pozitif sağlık göstergelerine ulaşılmıştır. Cumhuriyetimizin 100. yılına doğru sağlık sistemimizde gerçekleştirilen bazı düzenlemeler toplum sağlığı çalışmalarını olumsuz etkilemiştir; koruyucu ve birinci basamak iyileştirici hizmet birimi olan ‘Sağlık Ocağı’ kapatılarak, yerine ‘Aile Sağlığı Merkezi’ kurulmuş, hemşirelikte uzmanlaşma eğitiminde koruyucu ve rehabilite edici hemşirelik alanlarından ziyade klinik hemşirelik alanları ön plana çıkmış, Aile Sağlığı Merkezlerinde ASM elemanı altında istihdamlar görülürken, endüstri hemşireliği, halk sağlığı hemşireliği ve okul sağlığı hemşireliği, göz ardı edilmiştir.
“Şehir Hastanesi” adı verilen ve sayıları giderek artan kamu hastanelerinde hem sağlık hem de destek hizmetlerinin sunulmasında nitel ve nicel yetersizlikler ortaya çıkmış, sağlık çalışanlarının istihdam ve özlük hakları ile ilgili sorunlar giderek artmıştır.
Son bir yılda (2022) Ülkemiz insanlarının ve çoğunluğu kadınlar olmak üzere bel problemleri % 24 , hipertansiyon % 16, diyabet %11, alerjik problemler % 10,astım % 8, artroz % 8 , depresyon %7 , Alzheimer % 6, koroner kalp hastalığı %6, KOAH % 6, idrar kaçırma % 6, böbrek yetmezliği % 5, MI % 2, felç-inme %1, siroz %1 ve yüksek kan lipidleri %10’larda seyretmiştir. Aynı yılda SB’nın yayınladığı sağlık istatistiğinde erkeklerin çoğunluğunun( E:%70- K:%57) ‘kendilerini daha iyi hissettiklerine’ yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen rahatsızlıklara , bu yıllarda ülke olarak yaşadığımız /yaşamakta olduğumuz Covid 19 salgınına, afetlere ve ekonomik krize rağmen, üstelik bu sorunları gidermede hizmet verecek sağlık kurumlarının ve sağlık profesyonellerinin nicel yetersizliğine rağmen çoğunluğumuzun ‘kendisini daha iyi hissediyor’ olması sonucuna sevinelim mi? Ya da bu verilerin güvenilirliğini sorgulayalım mı? Sorum ‘mış gibi’ yapanlara…
Uzun lafın kısası ; Ülkemiz insanlarının, özellikle kadınlarının salgınlardan, afetlerden ve ekonomik krizden beli bükülmüş, tansiyonu fırlamış, kalbinden ve beyninden vurulmuş ,kısacası çoklu organ yetmezliğinden ve de çoklu sistem yetmezliğinden sağlığı ve yaşamı dibe vurmuştur.
Kaynak:
Bilge Kalanlar, Türkiye’nin Yüzüncü Yılında Sağlık Sektörü,Mevcut Durum ve Öngörüler , Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 2018; 21(3): 495-510 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/552623