Bu yazım 10 yıldır yazdığım Denizli yerel basınında 06 Mart 2021 tarihinde yayınlanmıştı. İçerik ve öngörü olarak zaman geçtikçe daha güncel bir yazıya dönüştü. Bu nedenle entelektüel bir ortam olan Akademik Akıl platformunda paylaşmaya değer buldum.
Sağlıkta Dönüşümün Neresindeyiz?
Kim ne derse desin sağlıkta dönüşüm programına yapılan eleştirilerin gelip tıkandığı yer hasta memnuniyetidir. Sağlık eski bakanı Akdağ’a göre SDP öncesi %37 olan hasta memnuniyeti %70’e çıkmıştır. Her ne kadar bu tespitin doğruluğu konusunda da eleştiriler olsa da, sağlık hizmetinde 33 yılı aşan bir hekim olarak benim de gördüğüm genel olarak hasta memnuniyetinin arttığıdır. Bu memnuniyetin en önemli dayanağı istediği hastanede istediğin hekime ulaşılabilir olmaktır. Ulaşabilmek doğru ve tatmin edici hizmet alındığı anlamına gelir mi orası ayrı bir tartışma konusu.
Ak parti iktidara geldiğinde çok başlı, çok mevzuatlı, dağınık; hani ne yapsan makbule geçecek kaotik bir sağlık hizmeti ortamı vardı. Sistemin tek elde toplandığı, tüm sarf giderlerinin hastane tarafından sağlandığı, özel hastanelere erişimin kolaylaştırıldığı bir sistem doğal olarak memnuniyetle karşılandı.
Pamukkale üniversitesine 1994 yılında öğretim üyesi olarak başladım. Bir sigortalının üniversiteye gelebilmesi için sigorta hastanesinden sevk alabilmesi çok zordu. Sigorta hastanesi hekimleri bu hastaları ancak 3 saatte gidilebilen İzmir’e refakatleri ile birlikte sevk etmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı. Hasta istediği halde kendi ilindeki üniversitede muayene ve tedavi olamıyordu. Şimdi bu sorunların var olduğunu ve çözüldüğünü görmezden gelemeyiz.
Sağlıkta dönüşüm programının ilk yılları idi. Galiba 2007 seçimleri olması lazım. Seçim öncesi ana akım medyanın yazarları vatandaşın nabzını tutmak üzere Anadolu’ya çıkarlardı. Genellikle de memleketlere gidilir. Antepli bir hürriyet yazarı baba ocağına varınca babasına hangi partiye oy vereceğini sorar, babası hiç düşünmeden AKP’ye vereceğim der. Gazeteci şaşırır, “baba ne atanda ne senin hayatında bir kere olsun solun dışında bir partiye oy vermişliğimiz yok bu nereden çıktı” diye sorar. Babası elindeki karneyi göstererek “Bak evladım bu karne, alıyorum istediğim hastaneye gidiyorum. Yaşım 70 üstü bana bundan sonra sağlık lazım başka da bir şey değil” der. Bu anektodun da ifade etiği gibi AKP iktidarlarının oyları içinde sağlık hizmeti memnuniyetine dayalı oy %5-10 arasında değişmektedir, ki bu oran birini iktidar yapmaya ve tutmaya yeter de artar bile.
Denizli Tabip Odası’nda bir toplantıya milletvekili CHP İlhan Cihaner davet edilmişti. Yönetim tarafından SDP programı üzerine sorunlar anlatılınca vekil şaşırdı kaldı. Tam olarak neden şikayetçi olduğumuz anlamadı diyebilirim. Çünkü ortalama vatandaşın SDP’den memnun olduğunun o da farkında idi.
Peki o halde bunca eleştiri neden. Kim neden ve neyi eleştiriyorsa kendilerinde kalsın ama benim eleştirim daha iyisi olabileceği ve bu hali ile sürdürülebilir olmadığı üzerine kurulu.
Halimizi birkaç yılı ödemesiz kredi çeken ama krediyi harcamak dışında bir kaygısı olmayan birine benzetiyorum. Para olunca hayat kolay, ama para biter ve akarda olmayınca iş zor.
Sağlıkta dönüşüm programı iki destek ile yürütüldü. Birincisi ucuz iş gücü; biz Avrupa’da kişi başına en düşük doktor sayısı ile Avrupa’nın kişi başına yıllık muayene ortalaması olan 8 muayene rakamına ulaştık. Bunu kimi hastaların günde üç hastane, üç doktor dolaşması ile yani israf ekonomisi ile yaptık. Bu durumun sürdürülebilir olmadığını hekimlerin istifa ve emekli olmalarına getirilen yasaktan anlayabiliriz.
İkinci destek ise, kuru düşük tutarak ithalatı cazip hale getirdiğimizden sağlık hizmetlerinde kullandığımız ithal malzemeleri temin etmek uzunca bir süre sorun olmadı. Halbuki sağlıkta ortaya çıkardığımız kışkırtılmış talebi sarf üretimi konusunda manivela olarak kullanabilirdik. Mesela laparoskopik cerrahide sıkça kullanılan tek kullanımlık malzemelerin devlet tarafında toptan alımına giderek devasa pazarı tek elde toplayıp, sonra da bunu yerli üretim şartına bağlayabilirdik. Üretimi teşvik etse idik ihracat pazarında iyi bir yer edinebilirdik. Bunu yapamadığımız gibi, yerli üretim malzemelerin kullanılmasını gözetemedik. İdarecilerin, hekimlerin ve satın almacıların teknik şartname marifeti ile ithal ve pazarlama maliyetleri yüksek malzeme ve cihaza yönelmelerini seyrettik. Şimdi kur yükseldi, maliyetler arttı, hastaneler satın alamaz durumda ve ufak ufak yeniden hastaların eline reçeteler tutuşturulmaya başlandı. 15 yıl öncesinin ayak seslerini duyar gibiyiz.
Devasa şehir hastaneleri yaptık. Kişi başı hasta yatağı bakımından OECD ortalaması 48, Avrupa ortalaması 53 iken, bizde 29 olduğundan bu hastanelere ihtiyacımız olduğu aşikar. Gel gör ki bu hastaneleri yaptık diye insanımızın kapı komşusu olan yürüme mesafelerindeki hastaneleri kapattık.
Aile hekimliği uygulamasının olmazsa olmazı sevk zinciri uygulamasını popülizme kurban verdik. Üniversiteleri eğitim araştırma kurumları olmaktan ziyade uygulama, yani hizmet birimleri olarak gördük.
Sağlıkta şiddet ortamı “defansif tıp” yani kendini korumak hastayı tedavi etmekten daha önemlidir anlayışı getirdi, ki bu sürecin kaybedeni hastalar olmuştur. Üstelik neyi kaybettiklerini hiçbir zaman farkına bile varamayacaklar.
Sağlığın ekonomik bir sektör haline getirilmesi, bizi paran kadar sağlık noktasına getirir uyarılarını hatırlıyoruzdur herhalde. Bence geç kalmadık, yapılacak güzel ve etkin bir sistem değişikliği var. Yazı uzadı, bu sistem önerim başka bir yazının başlığı olsun…