Son 22 Temmuz seçimlerinde iktidarın oylarını artırmasında, “sağlık alanındaki icraatlarının önemli bir rol oynadığına” dair iddialar, farklı çevrelerce ve hatta CHP başta olarak muhalefet partilerinin temsilcileri tarafından da dile getirildi.
Bu iddiayla ilgili bir yorum yapmadan önce, AKP iktidarı döneminde sağlıkta yaşanan değişimleri bir hatırlayalım.
SSK hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredilerek kamuya ait sağlık kurumları tek elde toplandı. SSK hastalarının ilaçlarını serbest eczanelerden almaları sağlandı. Sağlık çalışanlarına döner sermaye ve performansa dayalı prim uygulamaları getirildi. Hastanelerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırılmaya başlandı. 81 İlde Hasta Hakları İl Koordinatörlüğü; il ve ilçe hastanelerinin tümünde (773 hastane) Hasta Hakları Birimleri ve Hasta Hakları Kurulları oluşturuldu. Birinci ve ikinci basamak sağlık kurumlarında hekim seçme hakkı uygulamaya konuldu. Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur gibi kamuya ait sosyal güvenlik kurumlarının birbirlerinden faklı uygulamaları ortadan kaldırılarak, hepsi Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirildi. Kamu hastalarının özel sektör ve üniversite hastaneleri de dahil olmak üzere tüm sağlık kurumlarına doğrudan TC kimlik numarasıyla sevksiz başvurabilmeleri mümkün hale getirildi. Sürekli kullanılan rapor kapsamındaki ilaçların her seferinde hekime reçete ettirilmesi zorunluluğu ortadan kaldırılarak, hastaların ilaçları bittiğinde doğrudan eczaneye gidip ilaçlarını alabilmeleri sağlandı. Son olarak da sağlık ocakları, verem savaş dispanserleri, ana çocuk sağlığı merkezleri gibi tüm birinci basamak sağlık kurumlarında ister resmi ister özel olsun hastaların hiçbirinden ücret alınmamaya başlandı.
Bu değişimler yaşanırken, bazı sağlık çalışanları ve sağlık meslek örgütleri, değişimi yönetme veya yönlendirme çabası yerine; kökten karşı çıkarak, kedilerini sürecin dışında tuttular. “Sağlıkta dönüşümün” her şeyi daha da kötüleştireceğini öne sürerek, getirilen her uygulamayı kıyasıya eleştirdiler. Oysa uzun kuyruklar, bıktıran bürokratik işlemler, kurumlar arası farklı uygulamalar gibi mevcut sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlar, vatandaşı bunaltıyordu. Vatandaşın yaşadığı sorunları ve bunlara karşı çözüm arayışlarını görmezden gelerek; gündeme getirilen politikaları ikna edici gerekçeler öne sürmeksizin ve alternatif çözümler sunmaksızın refüze etmek, bu sorunlarla her gün yüzleşen vatandaş karşısında, biz sağlıkçıları zor durumda bıraktı. Nitekim seçim sonuçları, sağlıkta yaşanan değişimin, vatandaş tarafından, sözünü ettiğimiz sağlık meslek örgütlerinin gördüğü gibi algılanmadığını gösteriyor. Peki, “vatandaş sağlıktaki dönüşümü nasıl yaşıyor?” şimdi bir de ona bakalım. Eskiden SSK hastanelerinin kuyruklarında ömür tüketen, devlet ya da üniversite hastanesine sevk alabilmek için çok zahmet çeken hastalar, şimdi istediği hekime veya hastaneye rahatlıkla gidip muayene ve ameliyat olabiliyor. Ayrıca döner sermaye ve prim ödemelerini karşılayabilmek için kamuya ait hastaneler, özel sektörle hasta kapma yarışına başladılar. Bu ise hasta memnuniyetini önemseyen sağlık hizmeti sunumu anlayışını yaygınlaştırdı. Bir günü muayene olmak, ikinci günü eczaneden ilaç alabilmek üzere kuyrukta geçiren eski SSK hastaları da, diğer resmi hastalar gibi ilaçlarını istediği eczaneden satın alabiliyor. Prim ve performans uygulamaları, hekim seçme hakkı ve sözleşmeli personel çalıştırılması, sağlık çalışanları arasında rekabeti ve beraberinde hasta memnuniyeti anlayışını öne çıkarttı. Hasta Hakları Birimlerinin oluşturulmasıyla, hastalar, hastanelerde herhangi bir sorun ya da mağduriyet yaşadıklarında, karşılarında kendilerini dinleyen ve çözüm üreten birer muhatap bulabilir hale geldiler. Önceleri “sevk kağıdında tarih yanlış yazılmış, mühür eksik olmuş” diye hastane kapılarından döndürülen hastalar, şimdi TC Kimlik numarasıyla her işini gördürebiliyor. Kullandığı ilacı hekime yazdırmakta güçlük çeken hasta, artık ilacı bittiğinde doğrudan eczaneye gidip raporunu gösterip ilacını alabiliyor. Vatandaş kendi tercih ettiği, tüm sağlık sorunlarını bütüncül bir anlayışla izleyip, yöneten ve ihtiyacı olan tıbbi bakımı kesintisiz olarak sunan, bir aile hekimin kontrolü altında kendini daha güvende hissediyor.
Bu saptamalar ışığında sağlıktaki dönüşümün, bazı sağlık meslek örgütlerince eleştirilse de, hastaların ve halkın günlük yaşam pratiğine olumlu yansıdığı açıktır. Nitekim yapılan anketlerde, seçmenlerin tercihlerini yaparken hükümetin sağlıkla ilgili icraatlarını önemsedikleri açıkça görüldü.
Peki bundan sonra ne olacak? Görünen o ki, sağlıktaki hızlı dönüşüm devam edecek. Nitekim yeni kabinede Sn. Prof. Dr. Recep AKDA⁄’ın yerini koruması da bunu gösteriyor. Bize de sanırım, artık özeleştiri yapmak düşüyor. Sağlık kurumlarının, sağlık çalışanlarının ve onları temsil eden örgütlerin, muhalif bir siyasi parti gibi davranarak toplumla, hizmet verdikleri hastalarıyla ve hatta kendi üyeleriyle ters düşmek yerine; süreci, halkın, hastaların ve sağlık çalışanlarının ortak yararı doğrultusunda dönüştürebilme çabası içerisine girmesi daha makul değil mi? Muhalefet etmenin dayanılmaz hafifliğinden kurtulup, toplumsal sorumluluk bilinciyle elini taşın altına koyan; akılcı projeler geliştirip, iktidarları ülkenin çıkarlarına uygun icraatlara yönlendiren; uzlaşıya açık daha sağduyulu bir tavır geliştiremez miyiz?