Bu yazıda, sizlerle iki sağlık olayını tartışacağım. Birincisi; sekiz yaşındaki torunumun sol kasığında bir türlü geçmek bilmeyen ağrılar olmaya başlamış, İstanbul, Halkalı Atakent’teki özel bir hastaneye götürmüşler. Pediatrist arkadaş, “Adale ağrısıdır.” diyerek ilaç vermiş, tanıya yönelik ileri tetkikler yapılmamış. Telefonla bildirdiler.
Ankara’dan Prof. Dr. Sadık Demirsoy Hoca’ya sorduğumda, “Perthes olabilir, radyolojik tetkik yapmak gerekir.” dedi. Tatil olmuştu, babaannesine gittiler. Orada, Turgutlu Devlet Hastanesine götürmüşler. Yapılan radyolojik tetkikler sonucunda, tahmin edildiği gibi Perthes hastalığı olduğu kanıtlandı ve torunumun tedavilerine başlandı.
“Koskoca İstanbul’da nasıl olur da tanısı konulamaz!” diye sinirlenen çocukları yatıştırmak da bana düştü. Olsun, biraz geç de olsa tanısı konulabilmişti. Hem de mütevazı Turgutlu Devlet Hastanesinde. Teşekkürler arkadaşlar. Buna rağmen, hastalığın tanısını bile koyamayan o hastaneden kimseyi suçlamadık, şikâyetçi olmadık. Arşiv kayıtları incelenirse ortaya çıkacaktır. Soyadı “Tikenbatar”; T ile yazılıyor, D ile değil.
İkinci olay; geçtiğimiz yaz, Kurban Bayramı tatilindeyiz, damadım devamlı telefonla konuşuyor. “Hayrola?” diye merak ettim sordum. Yakın arkadaşı, Türk Hava Yolları (THY)’nın genç yöneticilerinden Serdar Gökşen, bayram öncesi, cuma günü mesai çıkışında arkadaşlarıyla birlikte Yeşilköy’de bir kafeye gider. Orada çaylarını içerken baygınlık geçirir. Acilen, yine aynı sağlık grubunun Yeşilköy’deki başka bir hastanesine götürülür.
Orada kaldığı iki gün içinde, hastaya, tanıya yönelik hiçbir şey yapılmaz. Serum, ağrı kesici, sabah akşam doktor viziti, hepsi o kadar. Daha sonra, damadımın bilgilendirdiği THY Genel Müdürlüğü, takip eden salı günü devreye girip de “Ne oluyor bizim genç yöneticimize?” diye sorgulayınca, hasta apar topar, daha gelişmiş hastane(!) denilen grubun Halkalı Atakent’teki hastanesine nakledilir. Hani torunumun Perthes tanısının bile konulamadığı hastaneye.
Orada yapılan serebral anjiyografide hastaya “anevrizma” tanısı konulur. Ameliyat için hazırlık yapılmaya başlanır. Ameliyat ekibi ve cihazlar hazırlanır. Hasta, ertesi gün güle oynaya, eşi ve arkadaşlarıyla şakalaştıktan sonra ameliyata alınır.
Ameliyat, altı saatten fazla sürer. “Bu süre içinde organ nakli mi yaptılar acaba?” diyebilirsiniz. Artık orada neler oldu, ne gibi olaylar gelişti, kanamayı durduramadılar mı, olay bir komplikasyon mudur yoksa malpraktis mi, orasını bilemiyoruz.
Yoğun bakıma alınan hastamız için, ameliyatı gerçekleştiren doktorlar, daha sonra ümitsiz bir şekilde konuşmaya başlarlar.
Ve tahmin ettiğiniz gibi, sonuçta “THY’nin 38 yaşındaki genç yöneticisi, bir hafta içinde kaybedilir. Pırıl pırıl genç bir beyin daha, çok yeni ve ultra lüks bir hastanede kaybedilmiştir.
O hastanede rutin mortalite toplantıları yapılıyor mu? Bu olaylar sonrasında hastane başhekimliği, hastanın tedavisi ve ameliyatını gerçekleştiren doktorlar ve olayla ilgili olarak bir soruşturma açtı mı, artık orasını bilemiyoruz.
Bizim ve yakınlarının bildiği tek şey, genç uçak mühendisi yöneticinin, yepyeni cihazlarla donanımlı bir hastanede kaybedildiğidir.
Her zaman söylemişimdir. Cilalı mermerler, süper lüks hasta odaları, ultra lüks binalar; maalesef hastaları onlar tedavi etmiyorlar. Hastaları; deneyimli, bilgili ve işinin ehli olanlar, başta doktorlar olmak üzere özverili sağlıkçılar tedavi ediyorlar.
Ben bir lokantaya gitmeden önce yemekleri lezzetli mi, aşçıları deneyimli mi, önceden gidenler memnun mu diye bakarım. Manzarasına, masasına, sandalyelerine ve reklamlarına değil. Manzara seyredeceksem, lokanta yerine parka giderim.
Niyetim, ne kimseyi ne de bir kurumu suçlamak değildir. Tek ümidim, yeni yeni “Serdar”ların ölmemesine yöneliktir. Tüm çabam bunun içindir.