Sağlıkta bugün yaşanan karışıklığın altında neler yatıyor? Sağlıkta dönüşüm kimin işine yarıyor? Aile hekimliğinde temel amaç nedir? Bu soruların yanıtlarını aşağıdaki yazımla vermeye çalışacağım.
Başta sağlık ve eğitim olmak üzere sağlık ve sosyal hizmetlerinin kamu eliyle sunulmasının anlamı, emekçilerin tüm toplumdan toplanan vergilerle desteklenmesi demektir. Bu tür hizmetlerin devlet eliyle ücretsiz sunulması dar gelirlinin güvence altına alınmasıdır. Sosyalist düşüncenin ideolojisi olarak ortaya konmuş bu sistemin etkisi 1980’lere kadar sürdü. Bu zamandan sonra ve özellikle sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte sermaye sınıfı kendi vergilerinin sağlık ve eğitim gibi sosyal işlere aktarılmasını istemediler.
Bugün sözde reformu savunanlar kamu sisteminin hantal yapısından ve verimsizliğinden söz etmektedirler. Hâlbuki bu tamamen bir aldatmacadır. Devlet sosyal adaletin gereklerini en iyi biçimde sunmak üzere plan yapmak zorundadır. Bugün örneğin reklâma giden paraların çok az bir kısmı ile sağlık sektörü en verimli şekilde hizmet verebilecek şekle getirilebilir. Ancak bunu sermaye istememektedir. Çünkü bugün, sermaye sahibi artık devletin elindeki sağlık, eğitim vb. kurumların kendisine verilmesini istemektedir. Devlet, daha çok vergi vermesi gereken kesimlerden yeterli vergiyi toplayamamakta, yüksek faizlerle gelirlerinin büyük bir bölümünü bu kesimlere devretmekte ve böylece üretmekle mükellef olduğu alanlara para bulamamaktadır. Faiz ödemesi için borçlanma her geçen gün artmakta ve bu kısır döngü giderek kırılamayacak bir hale gelmektedir. Ortaya sürülen sağlıkta reformu da tamamen mevcut açığı biraz olsun karşılamak üzere gündeme getirilen dayatmalardan sadece bir tanesidir.
Özelleştirilen sağlık hizmetleri tamamen kârlılık amacı güttüğünden koruyucu hekimlikten uzaklaşır, tedavi edici hekimliğe yönelir; hatta koruyucu hekimliği mümkün olduğu kadar yok etmeye çalışarak daha çok insanın tedavi olmak üzere hasta olmasını ister. Bu durumla, bugün dünyada büyük ilaç şirketlerinin hastalığı tedavi etmek için değil de, ilacı satmak üzere hastalık yaratmak peşinde koşması arasında paralellik kurulabilir. Öte yandan tıbbi teknoloji de gün geçtikçe tedavi edici tıp için geliştiğinden büyük sarfiyatlara neden olmaktadır. Tüm bunların sonucunda ise sağlık harcamaları söylendiği gibi azalmamakta, tam tersine gittikçe artmaktadır. Sağlıkta reformun, genel sağlık sigortasının, aile hekimliğinin halk için iyi olduğu söylense de aslında olup biten sağlığın birinci basamak hizmetleri de dahil olmak üzere özelleştirme çalışmalarıdır. Aile hekimliği söylemi kulağa hoş gelse de halkın bu hizmetlere ulaşabilmesi için sigorta primi yanı sıra yüksek oranlarda katkı payı ödemesi gerekecektir. Aile hekimliğinde durum böyle iken, bugün örneğin üniversitelerin tıp fakültelerinde de katkı payı almadan hizmet üretmenin neredeyse “iflas” anlamı taşıdığı gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu modelde hekim-hasta, hekim-idare, hasta-idare sıkça karşı karşıya gelmekte ve büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Yakında Genel Sağlık Sigortası’na geçildiğinde, üniversiteler de artık tamamen özel hastane mantığı ile işletilecek ve olan yine geliri düşük vatandaşa olacaktır.
Ülkemizde gün geçtikçe sağlıktan, eğitimden ve sosyal hizmetlerden yararlanabilmek için önemli miktarlarda para ödemek zorunluluğu oluşmaktadır. Ve ne yazık ki bugün dünyadaki gidişata baktığımızda bu sürecin geri çevrilmesi mümkün görülmemektedir! Dünyadaki milyarlarca mağdur insanın çektikleri sıkıntı büyüyerek devam edecektir. Yeni dünya düzeninde bu sistemi engellemeye çalışanların bir şansı olup olmadığı ise çok meçhuldür. Geçim gailesi içindeki insanlığın büyük bir bölümü yeni oluşumlara karşı herhangi bir direnişi akla bile getirememekte, mevcut sistemden kendi çapında yararlanma yollarına bakmakta, bir araya gelip güç birliği oluşturamamaktadır.