İnsanın doğada yer alışı ile birlikte ilk sıraya koyduğu en önemli hedefi “yaşamını sürdürebilmek” olmuştur. Yaşamın sürdürülmesi, ne kadar öncelikli istekse yaşamın kaliteli olması da o kadar öncelikli gerekliliktir. Yaşamın kalitesini belirleyen en önemli kriter ise sağlıktır. O halde insan haklarının ön şartı niteliğinde olan sağlıkta tasarruf yapılması başlangıç itibarı ile mümkün görülmemektedir.
Diğer yandan şu da bir gerçektir ki doğada hiçbir şey sınırsız ölçüde değildir. Buna daha düne kadar sınırsız olarak düşünüp hiçbir ücret ödemeden kullandığımızı sandığımız ve bu nedenle sorumluluk sınırlarını aşarak hoyratça kullandığımız hava da dahildir. İktisat biliminin çalışma alanını da bu gerçek oluşturur. Sonsuz ihtiyaçların kısıtlı imkanlarla nasıl karşılanacağı çabası sağlığın da en önemli sorunudur. Sağlıkta bu çaba bilimsel verilere dayanan “milli devlet politikaları” ile yapılmak zorundadır. Bilimsel yöntemlerle tespit edilen Türkiye’mizin sağlık sorunlarının çözümü, ülkemizin kısıtlı kaynaklarının “adalet ilkesi”ne uygun bir şekilde kullanılması ile çözülebilir. Türkiye’mizin sağlık sorunlarının, ülkemizin kısıtlı kaynakları ile “adalet ilkesi”ne uygun bir şekilde çözümlenmesi ise içeriğinde tasarrufu barındırır. Tam bu sırada, sağlıkta tasarruf ne demektir? Sağlıkta tasarruf nerede ve nasıl yapılır? Sorularına verilecek cevaplardır.
Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1922 tarihinde Meclis’in 3. toplanma yılını açarken sağlık ve sosyal yardım hususunda takip edilen hedefi; milletimizin sıhhatinin korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun arttırılması, toplumsal ve bulaşıcı hastalıkların tesirsiz hale getirilmesi ve bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya kabiliyetli sağlam bir bedene sahip olarak yetiştirilmesi şeklinde belirtmiştir.
Bunun sonucu olarak, devletin temel görüşleri doğrultusunda bireyci ve tedavi edici sağlık hizmeti anlayışının yerine topluma yönelik koruyucu tıp anlayışı temel amaç ve hedef olarak belirlenmiş ve uygulanmıştır.
İşte sağlıkta tasarruf, bütçeden Sağlık Bakanlığı’na ayrılan payın nereye ayrılacağına yönelik tercihte başlar. Çünkü, tercih, bir şeylerden vazgeçmek demektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin sağlık politikası olarak belirlenmiş koruyucu hekimlik anlayışı o günden bu güne tedricen budana budana 2007 Türkiye’sinde sadece gazetelerin magazin niteliğindeki sayfalarına hapsedilmiştir. Oysaki bugün “bulaşıcı hastalıklar” dünyanın en önemli sorunu olmaya devam etmektedir. Aşıyı Avrupa’ya öğreten millet olmamıza rağmen, bugün ödenek yetersizliği nedeni ile Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan ve ülke ekonomisine çok büyük katkıda bulanan aşı üretimi, “ödenek yetersizliği” iddia edilerek durdurulmuştur. İşte burada aşı üretiminden vazgeçmek bir tercihtir, ancak yanlış bir tercihtir. Burada ödenek yetersizliği nedeni ile yapılan bu tercih aynı zamanda sağlıkta bir tasarruftur, ama yanlış bir tasarruftur. İnsanı rahatsız eden, ona acı, ızdırap veren, onun günlük işlevini yapmasını engelleyen sebebin bulunarak ortadan kaldırılması için harcanacak her türlü emekte ve ekonomik kaynakta tasarruf yapılması asla ve asla düşünülemez. Bu nedenle hangi hastalık olursa olsun tanının konulması ya da konulan tanıya göre yapılan tedavide tasarruf olamaz.
Diğer yandan, dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de hekimlik mesleği teknolojinin güdümüne girmiştir, tıp metodolojisinin en önemli basamağı olan hastanın fizik muayenesi değerini kaybederek, yardımcı laboratuvar tetkiklerinin gölgesine sokulmuştur. Çok bilinen bir örnek olarak verebileceğimiz, radyolojik görüntüleme cihazlarının sayısındaki, bilimsel verilere uygun olmayan, anlaşılmaz artışı açıklayabilmemiz mümkün değildir. Özellikle özel sağlık kuruluşlarınca teknolojiye dayalı sağlık hizmetinin verilmesinde kaynakların ülke gerçeklerine uygun kullanılması sağlıkta tasarrufun en önemli yeridir. “Aşırı nüfus artışı” dünyanın bazı ülkelerinde olduğu gibi özellikle ülkemizde de çok önemli çoğu sorunun temel nedenidir. Nitekim, ülke şartlarında görülen lüzum üzerine 1983 tarihinde “Nüfus Planlaması Kanunu” ve bu kanuna dayanılarak “Nüfus Planlaması Hizmetlerini Yürütme Yönetmeliği” yürürlüğe konulmuştur. Aradan geçen yaklaşık çeyrek asra rağmen istenilen hedeflere ulaşılamamıştır. Bu başarısızlıkta en büyük pay kuşkusuz ki Sağlık Bakanlığı’na aittir. Bu konuya Sağlık Bakanlığı gereken azami önemi personel ve ekonomik kaynak tasarrufuna gitmeden vermelidir. Çünkü, doğan her bireyin, kaliteli ve onurlu bir yaşam hakkı kullanabilmesi, temel ihtiyaçlarını kendi olanakları ile üretken bir şekilde en iyi şekilde karşılayabilmesine bağlıdır. Oysaki bireyin daha doğar doğmaz “yeşil karta” bağlı olarak hayatla tanışması sorunlar yumağını, yuvarlanan kartopuna çevirmektedir. Diğer yandan, Nüfus Planlaması Kanunu’nun amacına aykırı uygulamalara yol açacak davranışlardan (bu konuda tasarruf da dahil olmak üzere) başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere her kurum kaçınmalıdır. Anayasa’mızın 56.maddesi devleti kamu ve özel kesimlerdeki sağlık kurumlarını denetlemekle yükümlü ve yetkili kılar. Denetlemek aynı zamanda masraflı iştir. Öncelikle nitelikli personel ister, alet ister, ekonomik kaynak ister. Her ne gerekçe ile olsun sağlık kurumlarının denetiminde tasarruf yapılamaz. Çünkü, her geçen gün sayıları anlaşılmaz şekilde artan özellikle özel sağlık kurumlarının iyi denetlememesi sadece sağlıkta ekonomik kaynak israfına değil, maalesef bireysel sağlığın ve hatta yaşamın kaybına neden olmakta, yargıya intikal eden hekimlik uygulamalarına yönelik dava sayısını artırmakta ve sonuçta da toplumun devletin sağlık anlayışına güvensizliğine neden olmaktadır.
Sağlık hizmetlerini yerine getiren başta hekim olmak üzere tüm sağlık personeline hak ettikleri ücreti verirken sağlıkta tasarruf olmaz. Verilen ücret kamuda çalışanlar için tek isimde toplanmalı, iş barışını bozan, uzmanlık alanlarını ticarethane anlayışı ile ekonomik kara göre tasnif eden, ekip ruhunu yıkarak bireysel performansı ön plana çıkaran uygulamalardan sakınılmalıdır. En olumsuz şartlarda bile fedakârlıkla çalışan, en ufak bir eksiklik durumunda şiddete maruz kalan ve buna rağmen suçlu konumuna düşen sağlık personelini savunmakta, onların hakkını korumakta tasarruf yapılamaz.
Sağlık aynen adalet gibidir, bir kez bozuldu mu bir daha tesis etmek çok zordur. Bu nedenle sağlığın bozulmasını önlemek için tedavi edici hekimliğe nazaran daha ucuz, daha etkin olan koruyucu hekimlik Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki gibi ön plana çıkartılmalıdır.
16. yüzyıldan seslenen Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman’ın da belirttiği gibi, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”.