Asistanlığına 2002 yılında İstanbul’da başlayan ve SGK hastanesinde çalışan bir doktor olarak bilenlere hatırlatma, bilmeyenlere bilgilendirme mahiyetinde o zamanın şartlarını şuraya iliştireyim. Bir zamanlar muayene olabilmek için akşamdan sabaha kadar sıra almak için beklenirdi. Sonra sabahtan akşama kadar da muayene olmak için ayakta kuyrukta kalınırdı. Randevu sistemi yoktu, sıra sistemi vardı. Sekretersiz çalışan doktorlar hastayı muayene ettikten sonra tüm evrak işlerini yapıyordu (defter kaydı, kan tetkiklerinin işaretlenmesi ve hasta isminin yazılması, hasta sevk edilecekse sevk kağıtlarının doldurulması vb.). Bir doktorun baktığı hasta sayısı minimum seksendir o zamanlar. Aynı gün tetkiklerin çıkması söz konusu değildi, sonuçları göstermek içinde başka bir tam gün ayırmanız gerekiyordu. “EMAR” çektirebilmek çok büyük bir lükstü, çünkü dışarı sevk yapılırdı ve çekim sırasının gelmesi üç aya kadar da sürebilirdi. En çok kullanılan görüntüleme yöntemi röntgen ve tomografi idi. Fizik tedavi yazdığımızda hastalarımıza ayaktan tedavi randevusunu en erken bir yıla veriyorduk. Henüz sağlıkta özelleşme olmadığı zamanlardan bahsediyorum tabi ki.
Sonra özel hastanelerde SGK anlaşmalı çalışmaya başladı ve herkes istediği hastanede muayene olabilme şansına sahip oldu. Randevulu sisteme geçildi, MHRS sistemi ile istediğimiz doktora randevu alabilir olduk. Hastanelerde sıra bekleme zorunluluğu bitti.
Peki ne oldu?
Önceden 1 gün boyunca ayakta bekleyip hiç şikayet etmezken hastaneye randevu ile gidip randevu saatimiz 10 dk geçti diye şikayetçi olduk. O gün muayene olduğumuz doktoru beğenmediğimiz için bir gün sonrasına aynı veya başka hastanede aynı branşa muayene olmak için tekrar hastaneye gittik. “EMAR” istendi, 1 hafta sonraya gün verdiler diye şikayet ettik. Tedavi planladılar, ama 1 ay sonraya ancak sıra gelir dediler. “Beni nasıl bir ay bekletirsiniz?” diyerek inanamadık. TV’deki ses/komşumuz/arkadaşımız/sağlıkçı yakınımız önerdi diye kalktık, başka bir doktora daha gittik. Muayene olduk, önerileri aldık. Her birinden farklı bir ses çıktı, kalakaldık. Eve döndük, bize fikir verenlerle konuştuk. O da ne? Hepsi verilen tedavilerden birini mutlaka eleştirdi, ne de olsa daha önce kendileri/yakınları böyle bir problem yaşamıştı veya TV’de, medyada dinledikleri kadarıyla bu önerilerin çoğu hakkında fikir beyan etme yetkileri vardı. Sonuç tedavilerin hepsinden de uzaklaştık. Ne yapacağımızı şaşırdık, hepsi birbirine karıştı ve neticede tedavi olamadık. Pek çok doktora muayene olurken zamanımızı harcadık, paramızı harcadık ve şikayetlerimize bir de anksiyete ve kaygı ekledik. Başladığımız noktadan daha da kötü bir noktaya geldik mi? Hiç muayene olmadan önce “0” iken “-3” düzeyindeyiz artık.
Evet, senaryo tanıdık mı?
Asıl sorun şu ki bir sürü doktora muayene olduk, tetkiklerimiz daha hızlı yapıldı, pek çok tedavi önerisi aldık. Ama hala tedavi olamadık. Çünkü dönüp kendimize bakmayı unuttuk. Hep eleştiride kalıp tedaviyi uygulamaya geçemedik. O kadar çok öneri içinde hangi birini uygulayacağımız konusunda ki çelişki ile kalakaldık.
Şunu hatırda tutmalıyız: tıp bir matematik bilimi değildir. Her ne kadar teşhis ve tedaviye giden yollar standardize edilme, algoritmalar geliştirilme uğraşı içinde olunsa da tıpta her zaman iki çarpı iki dört etmiyor. Aynı hastalığı olan iki farklı kişi için bambaşka tedavi seçenekleri olabilir. Acil durumlar dışında bir hastalığın tedavisinde farklı seçenekler sunulur. Her doktor kendi şartlarına ve pratiğine göre en uygun tedaviyi belirleyebilir, farklı ameliyat tekniği önerebilir. Birinin önerdiği tedavi diğerinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Tedaviye uyum sağlanmazsa iyileşme sağlanamaz. Hasta olarak size düşeni yapmadığınızda “Verilen tedavi işe yaramadı.” denilemez. Tedaviyi uygulamadıysanız bunu doktorunuza bildirmelisiniz. Doktorunuza bu tedaviyi uygulayamadığınızı söylemek yerine “Ben iyileşmedim.” dediğinizde başka bir tedavi yöntemine geçmesine neden olursunuz. Doktorunuzu yanıltırsınız ve tedavinizi baltalarsınız.
Elimizde yapılmış bir sürü tetkik ile doktor doktor gezerek tedavi olacağımızı sanma illüzyonundan kurtulalım. Gittiğimiz doktora “Bana şu teşhis kondu” cümlesi yerine “Benim şikayetim şu” cümlesi ile başlayarak muayene olalım. Doktorun bizi kendi bakış açısı ile değerlendirmesine izin verelim. Tedavide siz etkinsiniz, çünkü o tedaviyi uygulama pratiğine dökecek kişi sizsiniz. Pratiğe dökülmeyecek bir önerinin size bir faydası yok.
Hepimize karşıdakini eleştirmeden önce dönüp kendimizi eleştirebileceğimiz günler diliyorum.