Yurt dışından doktor ithal edilmesiyle ilgili tartışmalar içerisinde Tıp Bayramı’nı kutladık. Sağlıkla ilgili haberler, tartışmalar medyada hemen her gün manşet olmaya devam ediyor. Eskiden sağlık, sadece hekimlerin egemen olduğu bir alan idi. Başkaları, bu konuda söz söylemeye pek cesaret edemezdi. Oysa şimdilerde, sağlıkla ilgili her konu, kamuoyu gündeminde enine boyuna tartışılıyor. Sağlık kurumları, sağlık çalışanları, sağlık politikaları sorgulanıyor, eleştiriliyor. Bu doğal. Çünkü günümüzde, insanlar sağlıklarını daha fazla önemsiyorlar. Eğitim ve refah düzeyi arttıkça, sağlığını korumak ve geliştirmek, daha sağlıklı bir dünyada yaşamak ülküsü etrafında kamuoyu oluşuyor. Bu idealle çelişen politika ve uygulamalar ile kişi ve kurumlar eleştiri alıyor, itibar kaybediyor.
Sosyal güvenlik kurumlarının sigortalılarının ilaç kullanımlarını bilgisayar ortamında denetlemeye başlaması, ücretlilerin ilaç katılım paylarının maaşlarından kesilmesi, kamuya ait sağlık kurumlarının tek elde toplanması, SSK hastanelerin Sağlık Bakanlığına devri, memurların özel hastane ve polikliniklerde muayene ve tedavi olmalarının önünün açılması, SSK hastalarının ilaçlarını serbest eczanelerden almalarının sağlanması, sağlık çalışanlarına döner sermaye ve performansa dayalı prim uygulamaları, sözleşmeli hekim çalıştırılması, hastanelerde hasta hakları birimlerinin ve kurullarının oluşturulması, hastanelerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırma uygulamaları, kamu sağlık kurumlarının dışarıdan hizmet alımlarının kolaylaştırılması, I. ve II. basamak sağlık kurumlarında hekim seçme hakkının kullanılması gibi bir dizi değişimi, artılarıyla ve eksileriyle kısa sürede yaşadık. Aile hekimliği, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Genel Sağlık Sigortası gibi köklü değişiklikler ise yolda.
İşin garip tarafı, sağlık politikalarındaki bu hızlı değişimde, hekimlerin ve hekim örgütlerinin inisiyatif kullanamamasıdır. Sağlık alanındaki çok sayıdaki örgütün, bu süreçte herhangi bir rol üstlenemediğini, adeta devre dışı kaldığını görüyoruz. Bu çok üzücü. Bunun sorumluluğunu, sadece iktidarları suçlayarak üzerimizden atamayız. Burada, sağlık çalışanlarını temsil edenlerin de yadsınamaz bir sorumluluğu, yetersizliği, beceriksizliği söz konusudur.
Evet, ülkenin sağlık sorunlarına çözümler üretmek politikacıların işidir. Ama, sağlıkçıların bu konuda politikaların oluşturulması ve uygulanmasında siyasilere yol göstermesi; ülke ve sağlık çalışanları yararına eleştiri ve önerilerde bulunması şarttır. Oysa kanımca, burada ciddi bir yanlış yapılmaktadır. Sağlık çalışanlarının haklarını savunmak üzere kurulan örgütler, hemen her dönemde hükümetlere iflah etmez müzmin bir muhalif duruş sergilemekte ve adeta rakip bir siyasi parti gibi davranmakta; ancak bu duruşlarını kamuoyu nezdinde makul kılacak açıklamalar yapılamadığı ve alternatif çözümler teklif edilemediği için, sonuç sağlık çalışanlarının aleyhine olmaktadır. Ülkenin sağlık sorunlarını ve bunlara karşı çözüm arayışlarını görmezden gelerek; gündeme getirilen politikaları ikna edici gerekçeler öne sürmeksizin ve alternatif çözümler sunmaksızın refüze ederek, adeta statüyü savunuyor konumuna düşmekteyiz. Bu ise, sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlarla her gün yüzleşen vatandaş karşısında, biz sağlıkçıları zor duruma düşürmektedir.
Bugünkü iktidarı beğenmiyor ve ortak çalışma ortamı bulamıyor olabilirsiniz. Ama bu ülkede yakın geçmişte her siyasi görüşten parti iktidar oldu. ANAP, CHP, DYP, DSP, REFAH ve MHP iktidarları da yaşandı. Hangisiyle gerek hekimlik mesleğinin çıkarları, gerekse Türk insanının sağlığı paydasında verimli bir işbirliği zemini geliştirebildik? Bunun da sonucu, iktidarların bizi yok sayması olmadı mı? Muhalefet etmenin dayanılmaz hafifliğinden kurtulup, toplumsal sorumluluk bilinciyle elini taşın altına koyan; akılcı projeler geliştirip, iktidarları ülkenin çıkarlarına uygun icraatlara yönlendiren; uzlaşıya açık daha sağduyulu bir tavır geliştiremez miydik?
“Yeni tıp fakülteleri açılmasın, mevcut tıp fakültelerinin kontenjanları arttırılmasın, zorunlu hizmet iptal edilsin, performans ve sözleşmeli hekim çalıştırma gibi sıkıntı çekilen yörelerde hekim istihdamını özendirici uygulamalar olmasın ve yurt dışından da hekim getirilmesin” denildiğinde, kamuoyunun vicdanı, şu soruların cevabını beklemektedir: “Peki çözüm ne?” Bu ülkede kişi başına düşen hekim sayısı belli. Mevcut hekimlerin de, ülkenin batı ve güneyindeki kent merkezlerinde toplandığı herkesin malumu. Bu durumda, “hekimlerin gitmediği yörelerde insanlarımızın hekim ihtiyacı nasıl karşılanacak?”. Hekimlerin oralara gitmesi için “o yörelerdeki sosyokültürel ve ekonomik durumun iyileşmesini beklemek”, herhangi bir vatandaş gözüyle baktığınızda sizce makul bir öneri midir? Bu konularda inandırıcı olamadığımızda, kamuoyunda itibar kaybına uğruyoruz. Halkımız, bu durumda kendisine “bıçak parasına mahkum eden koşulların devamı mı isteniyor?” diye sormaya başlıyor.
Ulu Önder Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” özdeyişiyle yetişip de, tıp bayramını “ithal doktor” tartışmalarıyla geçirmek bizler için çok üzücü. Ama bunun sorumlusu, sadece politikacılar değil; sağlık çalışanlarını temsil etmesi gereken örgütleri de sorumluluklarının gereğini yapmamasıdır. İşin kolayına kaçıp, sadece eleştiriyle yetinmeleridir. Siyasilere, bürokratlara, kamuoyuna referans olacak akılcı projeler ve makul söylemler geliştirememeleridir. Ne dersiniz, yanılıyor muyum?