Son zamanlarda bazı müslümanlar değişik vesilelerle Hz. Peygamber’e şu kadar sayıda salavât getirilmesi veya şu kadar sayıda Yasin, Tebâreke, Amme, Fetih Sûresi vs. okunması” kampanyaları düzenlemekte, buradan çok büyük sevaplar elde edeceklerini veya mazlum/mağdur din kardeşlerine bu şekilde yardım edebileceklerini düşünmektedirler.
Tamamen iyi niyetle yapılan bu tür kampanyalar her ne kadar bazı olumlu yönler içerse, ortak bir bilinç/farkındalık/duyarlılık/hassasiyet oluşturmaya ve din kardeşliğinin pekiştirilmesine katkı sağlasa da müslümanları “yanlış bir din anlayışına/tasavvuruna” sürüklediği için doğru değildir. Bu bakımdan iyi niyetle yapılan bu ve benzeri kampanyaların sebep olduğu “yanlış din algıları” konusunda da titiz, dikkatli ve hassas olunması ve dinin özüne yapılacak her türlü müdahaleden/ilaveden şiddetle kaçınılması gerekmektedir.
Kanaatimizce müslümanların asıl yapması gereken “Hz. Peygamber’e toplu salavâtlar getirmek ve belli sûreleri belli sayılarda tekrarlamak/okumak” değildir. Müslümanların yapması gereken “öncelikle fiilî duanın hakkını vermek, kampanya hangi amaç/gaye için düzenleniyorsa o konuyla ilgili her türlü maddî ve manevî hazırlığı çok önceden yapmak, sonrasında birlik ve beraberlik içinde sözlü dua edip” Yüce Allah’tan yardım istemektir.
Bize göre “fiili duayı” yapmadan “sözel dualarla” yetinmek kesinlikle doğru değildir. Bahsettiğimiz bu önemli eksiklik tamamlanmadan yürütülen kampanyalardan beklenen neticeyi elde etmek mümkün olamayacaktır. Zira eksik bırakılan işlerden hayırlı sonuçların çıkması mümkün değildir.
Ayrıca böyle kampanyalar düzenlemek yerine Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının manasını doğru bilmek/anlamak/tanımak, Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerini öğrenmek, ahlaklı ve erdemli bir toplum oluşturmak, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamak için çok çalışmak ve bu faaliyetlere daha fazla zaman ayırmak gerekir.
Zira Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerini içselleştirip tüm dünyaya model olacak davranışlar sergilemek ve örnek mü’minler olmak/yetiştirmek yerine “yüzbinlerce salavât okuyarak Yüce Allah’ın rızasını kazanacağını zannetmek” ve “insanları doğru olmayan din tasavvurlarına sevk etmek” yanıltıcı ve yanlıştır; ayrıca doğru istikametten de saptırıcıdır.
Kanaatimizce dilde kalan ama eyleme dönüşmeyen yetersiz ve eksik çabalarla mazlum ve mağdur müslümanların dertlerine “derman”, yaralarına “merhem” olmak asla mümkün değildir.
Aynı şekilde dilde kalan ama gerekli tedbirlerin zamanında alınmadığı noksan tedavi yöntemleriyle, eksik faaliyetlerle hastalara “şifa” veya salgın hastalıklara “çare/ilaç/aşı” üretmek/bulmak da mümkün değildir.
Yine dilde kalan ama gerekli tedbirlerin zamanında alınmadığı eski teknoloji ürünü savaş aletleriyle düşmanlara karşı zafer kazanmak ve düşmana hak ettiği dersi vermek de mümkün değildir.
Çünkü ne sahabe ne tabiîn ne de tebeu’t-tabiîn oturdukları yerden “salavât okuyarak, hatim indirerek veya belli bazı sûreleri okuyarak” başarılı olmuşlardır. Onlar her türlü sebebe sarılmış, Hz. Peygamber’e maddî ve manevî destek olmuş, Allah yolunda canları ve mallarıyla mücadele etmiş, kısa sürede birçok kavmin İslam ile tanışmasına vesile olmuşlardır.
Onlar yapmaları gerekenleri yapmış, fetih hareketlerine katılmış, üç kıtada at koşturmuş, İslâm’ı tebliğ ve temsil etmeyi başarmışlardır. Dolayısıyla savaşlar/fetihler “salavâtlar okunarak, hatimler indirilerek, belli sûreler belli sayılarda tekrarlanarak değil” sebeplere sarılarak, çalışılarak, ter dökülerek, yorularak, aç, susuz ve uykusuz kalınarak, bedel ödenerek kazanılmıştır.
Elbette bu kampanyalardan da kısmî faydalar elde edilmesi mümkün olabilir. Ancak ne Yüce Allah ne de onun son elçisi Hz. Muhammed mü’minlerden böyle bir talepte bulunmuştur. Nitekim ruhbanlığı dindarlık zannetmek nasıl yanlışsa bu tür kampanyalara katılarak İslâm’ın emrini ifa ettiğini ve görevlerini tam anlamıyla yerine getirdiğini düşünmek de kesinlikle yanlıştır.
Zira ashâbın hiç yapmadığı dine aykırı bu tür kampanyalar dinin özüne bir müdahaledir ve bid’attir. Bu tür bid’atlere tamamlanmış İslâm’ın hiçbir ihtiyacı yoktur ve her ne kadar kısmî faydaları/artıları da olsa bu tür kampanyalardan müslümanların şiddetle sakınmaları ve esas yapmaları gerekenlere odaklanmaları şarttır/elzemdir.
Çünkü inananların kafasında “oturduğu yerden tespih/salavât çekerek, Kur’an’dan bazı sûreler okuyarak veya toplu hatimler indirerek” vazifesini tam yaptığı ve artık başka bir faaliyete ihtiyaç kalmadığı algısını/düşüncesini/izlenimini oluşturmak doğru değildir.
Nitekim bizim 40 yıllık tecrübe ve tespitlerimize göre müslümanların ekserisi “çektikleri salavâtları, okudukları hatimleri/sûreleri” yeterli görmekte, esas yapmaları gerekenleri ihmal etmekte, sıra bir türlü aslî/temel konulara gelmemekte, “infâk, takvâ, ihsan, adalet, dayanışma, birlik, beraberlik, din kardeşliği ve Allah yolunda canıyla ve malıyla cihat (üstün mücadele)” sürekli ileri bir tarihe ötelenmekte ya da geciktirilmektedir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’e şu kadar sayıda salavât getirilmesi, şu kadar sayıda Yasin, Tebareke, Amme, Fetih Sûresi vs. okunması veya şu kadar sayıda hatim indirilmesi” gibi kampanyaların hiçbir dinî temeli/dayanağı yoktur. Çünkü ne sahâbe ne tabiîn ne de tebeu’t-tabiîn böyle kampanyalar düzenlemişlerdir. Onlar önce sebeplere sarılmış, canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda mücadele etmiş, pek çok ırkın İslam ile tanışmasına vesile olmuş, böylece Hz. Peygamber’i doğru anladıklarını göstermiş, işin kolayına kaçarak Mekke veya Medine’de “tespih/salavât çekerek, hatim indirerek ve belli bazı sûreleri belli sayılarda okuyarak” ömür tüketmemişlerdir. Dolayısıyla günümüz müslümanlarına düşen vazife de seçkin sahâbeyi örnek almak ve onların yaptığının aynısını yapmaktır.