Otuz yıldır devlet memuruyum. Halen devletin, memurunun emeğinin karşılığı olan ücreti, hangi yaşam felsefesine uydurarak ödediğini anlamış değilim.
Memurların ücret (maaş) haklarını en çok savunan sivil örgütler sendikalardır. Her yıl hükümet yetkilileri sanki daha önce hiç mücadelesi verilmemiş gibi sendikalarla oturur, “sen-ben” tartışması sonucunda en fazla yüzde onluk bir ücret artışıyla emek karşılığı ücreti (!) sonuçlandırır.
Memur sendikaları bu mücadele konusunda hem fikir olduklarını sergilerler; ancak sonuçta yüzde on, onlar için de tatmin edici olur ve memurlar sakinleşir. Asgari ücret alan bir emekçiyi düşünün, yüzde on zamla alacağı otuz milyon bir yıl açığını kapatacak (!)
Et yemeyecek,
Balık yemeyecek,
Muz yemeyecek,
Bal yemeyecek,
Çay dışında içecekleri kullanmayacak.
Ama sürekli kitlelere seslenen gazetelerde, televizyonlardaki mutfak programlarında dengeli beslenme (!) mesajlarıyla beslenecek.
O kadar karbonhidrat, bu kadar protein, şu kadar yağ önerileriyle dengeli beslenmenin bilimsel açıklamaları yapılacak.
Ramazan ayı sanki beslenme için icat edilmiş gibi, sürekli iftar sofralarından söz edilerek “Sanki yedim deneyi” stajı halka yaptırılacak.
Ramazan bitince “Eski tas eski hamam” devam edecek.
İnsanlara yiyecek yardımı adı altında kalabalıkların üzerine “kıran kırana” bir ortamdan yiyecek paketleri fırlatılacak,
Ve bu yöntemler hiç kesintisiz devam edecek.
İşte otuz yıldır bunları anlamıyorum.
Ben yüksek dereceli memur sayılırım.
Belki de bu yüzden anlayamıyorum.
Diyelim ki asgari ücretli emekçinin durumunu anlayamıyorum.
Ben öğretim üyelerinin durumunu da anlamıyorum.
Tıp fakültesi öğretim üyelerinin tam gün çalışanlarının aylık maaşı yaklaşık bir buçuk milyar lira. Avrupa’da asgari ücret alan bir işçinin ücretinden düşük.
“Parttime” çalışan bir öğretim üyesinin maaşı yaklaşık yedi yüz milyon lira.
Bu miktarı karşılaştırabileceğim bir “ücretli” bulamıyorum.
Hemen seslerin yükseldiğini duyar gibiyim.
Ama öğretim üyeleri döner sermaye alıyor; doğrudur.
Bir buçuk milyar lira yani yaklaşık bir maaş tutarı.
Tam gün çalışan bir tıp fakültesi öğretim üyesinin aylık toplam emeğinin karşılığı üç milyar. Avrupa Birliği’ne girecek olan Türkiye’nin öğretim üyesi ile Avrupa’nın öğretim üyesi arasındaki aylık ücret farkı yaklaşık onda bir.
Üstelik biz Fransızca biliyoruz, onlar Türkçe bilmiyor, biz İngilizce biliyoruz, onlar Türkçe bilmiyor.
Bunları niçin yazıyorum?
Bilenler hatırlasın,
Bilmeyenler öğrensin.
Yöneticiler öğretim üyelerini de Avrupa Birliği’ne uyuma hazırlamayı unutmasın.
Çözüm istiyorsak üniversiteleri mali, idari ve bilim yönünden bağımsız hale getirelim.
Çalışan kazansın,
İhtiyaca göre hizmet yapsın,
İhtiyaca göre ücret alsın,
İhtiyaca göre üretsin ama bilim üretsin.
37
önceki yazı