O, konuştuğunda kalbini görebildiğiniz insanlardandı. Hayatımda mesleğine o derece aşkla sarılan, o kadar bağlı çok az kişi tanıdım. O denli şevkli, o düzeyde tutkulu, o derece sevgili. Güzeldi. Pratisyen hekimdi. Üç bin üç yüz nüfuslu Lapseki’de hükümet tabibi. Otuzlu yaşlarının başlarındaydı. Hep açık yeşil pardesüsü, kumral saçları, yorgun güzel yüzü ile hatırlıyorum onu. Ben henüz on yaşındaydım. İlkokul öğrencisi. Hesapladım, o doktor olduğunda ben daha dünyada yokmuşum. Annemin en yakın arkadaşıydı. Mesai sonrası bazen bizim evde görürdüm onu. Okul sonrası sokak arası topumuzdan sonra eve geldiğimde annemle oturur bulurdum. İyi anlaşırlardı. Birkaç yaş büyüktü annemden. Birbirlerine isimleri ile hitap ederlerdi. Çok severlerdi birbirlerini. Aralarından su sızmazdı. Usul usul konuşurken kısık sesiyle hep gözleri uzaklarda kaybettiği bir şeyleri arar gibiydi. Dalgındı. Kaymakam olan eşinden ayrılalı kaç yıl olmuştu bilmiyorum. İki oğlu vardı. Cenk ve Berk. Cenk benden iki yaş kadar küçüktü. Berk daha küçük. Onlarla yaşıyordu. Her anne gibi kalbi çocukları için atarak. İki oğlu ile hüzünlü bir mutluluğu vardı sanki. Üç kişilik bir yalnızlığı. O, Lapsekili çocukların doktor ablasıydı. Benim Bercis Teyzem. Konuştuğunda, baktığında hani içinizi sevgiyle ısıtan sıcacık insanlar vardır ya. Hiç tanımadıkları için bile. O, onlardandı.
Sarı bir Simca’sı vardı. Üzerinde belki yirmi santim kalınlığında, simsiyah tek bir şerit. Siyah şerit boya, arabayı kaportanın üstünden önden arkaya boydan boya kat ederdi. Hiç öyle şerit boyalı bir araba görmemiştim. Genelde tozlu olurdu arabası. Hükümet tabipliğine ait eski bir jeepe hemşire, sağlık memuru, teknisyen ekipmanları ile doluşur; o sarı Simca’sı ile önde, onlar arkada köylere sağlık taramasına, aşıya giderlerdi. Çok görmüştüm. Hafta sonları bile. Onun bu fedakar, feragatlı çalışmalarını ilçenin mülki amiri olması nedeniyle babam da bilir, takdir ederdi. Birkaç kez anneme Bercis Teyze için “…doktor hanım ateş gibi. Herkes yorulur, o yorulmaz.” dediğini iyi hatırlıyorum. Çok koşturuyordu, biliyorum ama yüzü hep yorgundu, hep düşünceli, hep durgun… Ben öyle görüyordum. Üzülüyordum.
Bir keresinde sormuştum: “Senin arabanda niye siyah şerit var, Bercis Teyze?” Dalgın gözlerini çevirip yüzüme bakmıştı. Sanki kafasında yaşadıklarından ödünç almış gibiydim gözlerini. Bana baktı, gülümsedi. Sordu: “Bilmiyor musun?”. Kafamdaki her şeyi harmanlamaya çalıştım. Bilmem gerekir miydi? Boynumu bükerek “Bilmiyorum.” dedim. Çok üzgün görünmüş olmalıyım ki yanıma oturdu. Yüzümü elleriyle kendisine çevirip yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. Alnımı alnına dayadı. Bir anne şevkatiyle sarıp sarmaladı ve gülümseyerek kulağıma fısıldadı. “Bak, dinle…” İlk defa hayatımda ondan dinlediğim ancak daha sonra defalarca beynime nakşedilmiş öyküyü anlattı.
Gözlerimin içine bakarak “Balkan Savaşı yeni bitmiş. Ardından Birinci Dünya Savaşı. Savaşın en çetin yılları. Savaş başladığında Karaköy’de bulunan Saint Benoit Lisesi’ne hükümet el koyarak binayı İstanbul Sultani’sine vermişti. Okulun bir bölümü savaş yıllarında hastane olarak kullanılmış, duvarların bir kısmı o zaman hastane rengi olan sarıya boyanmıştı. 1915 yılında Çanakkale Savaşı’nın başlamasıyla İstanbul Sultanisi’nden elli öğrenci gönüllü olarak cepheye gitmişti. 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece ne yazık ki hepsi Kabatepe’de şehit düştü. Matem haberi İstanbul Sultani’sine tez ulaşmış. Acılarını içlerine gömen okuldaki arkadaşları yaslarını binadaki tüm pencere pervazlarını ve kapılarını siyaha boyayarak sessiz çığlıklar halinde haykırabilmişler. Sarı ve siyah… Şimdi anladın mı?”
Etkilenmiştim! Ona olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bildiğim kadarı ile yeni adı İstanbul Erkek Lisesi olan İstanbul Sultani’sinden mezun değildi. Şehit öğrencilerden akrabası mı vardı? Tanıdık birileri miydi? Hiç öğrenemedim. Rumeli göçmeni bir ailenin kızıydı. Burdur’a yerleşmişlerdi. Babası sağlık memuruydu. O okumuş, hekim olmuştu. Hayat onu Lapseki’ye göndermişti. İyi ki gelmiş, benim Bercis Teyzem olmuştu.
* * * *
Dördüncü sınıftan beşinci sınıfa geçtiğim yaz olmalıydı; 1972 yılı. Lapseki’ye dört kilometre uzakta Çardak isminde bir belde vardı. Yıllar sonra ilçe oldu sanırım. Güzel, tahtadan yapılmış kaleleri olan çimenli bir top sahası vardı. Sözleşip zaman zaman okul arkadaşlarımla beraber oraya kaçamak yapardık. Lapseki’de Devlet Su İşleri’nin bahçesi, Çardak’ta çimenli top sahası. En gözde maç mekanlarımızdı. Ekibi toplayıp yine bisikletlerle Çardak’a gidiyorduk bir öğle sonrası. Hepimiz Lapseki’de oturuyorduk ve bisikletlerimizle ailelerimizden habersiz topa gidiyorduk, dört kilometre öteye. Gittiğimiz yol Lapseki – Biga yolu. Oldukça işlek. Ailelerimizin haberi olsa hiçbirimize izin vermez. Keyifle pedal basıyorduk. On on bir yaşlarında yedi sekiz çocuk. 15-20 dakika içinde top sahasına ulaştık, topumuzu oynadık güle oynaya. Sonra dönüş zamanı geldi. Aynı yoldan bisikletlerle gene Lapseki’nin yolunu tuttuk. Yolu yarılamıştık ki, karşıdan önde sarı Simca, arkada hükümet tabipliğine ait jeep beliriverdi. Kaçmak olanaksız. Sarı Simca ve ardından sıhhiye jeepi yaklaşarak yanımızdan Çardak istikametine doğru basıp gittiler. Ben korkumdan arabanın içine bakamadım. İnşallah Bercis Teyzem beni görmemiştir. Arkadaşlarımı da tanıyor. Görmüş müdür acaba? Görmüşse anneme söyler mi? Felaket korkuyordum.
O gün ses çıkmadı fakat ertesi gün kıyamet koptu. Bercis Teyzem, arkadaşlarımla beni bisikletlerimizle Çardak yolunda gördüğünü anneme yetiştirmiş. Tabii annem de babama. Evde sorgu, sual, zılgıt, azar diz boyu. Önce inkar etmeye çalıştımsa da nafile. Çapraz sorguyu yapmışlar. Bütün arkadaşlarım bülbül gibi ötmüş. Kem küm dedikçe batıyorum. Temiz bir azardan sonra aile meclisi benim bisikletimi onbeş gün bağladı. Yaz vakti bisikletsiz… Herkesin bisikleti var fakat benim yok. Ne onur kırıcı! Kendimi ihanete uğramış hissediyorum. Ah Bercis Teyze… Bu bana yapılır mı? Senden nefret ediyorum! Sen görürsün!
Onbeş gün geçti. Kinim giderek artıyordu. Unutmamalıyım! Benim onbeş günümü çaldı. Öyle bir ders vermeliyim ki ona, benimle uğraşılamayacağını anlamalı. Bekliyorum. Her şeyi planladım. Yapacağımı biliyorum!
Onbeş günün sonunda aile meclisi bisikletimi bana iade etti. Ama müsebbibi unutmadım. Fırsat kolluyorum… yakındır!
Organizasyonu yaptım. Arkadaşlarımla yeniden gizlice Çardak’a top oynamaya gideceğiz. Onların da evlerinde ufak çaplı sorunlar yaşandığı için önce biraz mukavemet oldu. Ama yeşil sahada tahta kalelerde top oynamanın cazibesi sonuçta galip geldi. Hepsini ikna ettim. Hepimiz hazırdık, istekliydik. Günü belirleyince vurucu darbe için harekete geçtim. Cenk; Bercis Teyzemin büyük oğlu. Beni severdi. Bisikleti vardı. Aramız iyiydi. Top oynamazdı asla. Ama Çardak’a bizimle beraber gelmesinde hiçbir mahsur yoktu. Cenk’e “görev emri”, tam hareket edeceğimiz gün verildi. Yeter ki Bercis Teyzemin önceden haberi olmasın.
Hep beraber Cenk’i de gruba dahil ederek bisikletlerimizle Çardak’a gittik. Topumuzu oynadık. Keyfimiz yerindeydi. Günün tadını yeterince çıkardığımızdan emin olarak Lapseki’ye geri döndük. Ayrılırken Cenk’e sıkı sıkı tembih ettim. Bercis Teyze’ye söyleyecekti bugünümüzü. Sadece ona. Boşboğazlık yapmayacaktık. Oğlunu benim Çardak’a götürdüğümü bilmesini istiyordum. Yine haylazlık yapmıştık. Beni anneme şikayet ettiği haylazlığın aynısını. Ancak bu sefer kendi oğlu ile beraber. Mutluydum. Öcümü almıştım.
Sonraki günlerde Bercis Teyze’yi ilk gördüğümde ne tepki vereceğimi bilemedim. Bakıştık. Bana gülümsüyordu. Rahatladım. Kırılmadığına sevindim. Bana sarıldı. Kulağıma “Tamam!” dedi. “Ödeştik.” Sonra omuzlarımdan tutarak gözlerime baktı. “Bu kadar üzüleceğini düşünememiştim. Özür dilerim.” Yine sarıldı. Benden özür diliyordu. Bercis Teyzem. Ne büyüklük. Ve ne zenginlik. Ona haksızlık ettim. Kendimi kötü hissediyorum. Söyleyemedim, içimden geçirdim: Sen de beni affet, n’olur!
* * *
Lapseki’de sonbahar… Çamlık Park’tayız. Denizi gören, ağaçlar içinde yeşillikli, yoldan biraz yüksekçe bir çay bahçesi. Eylül sonu olabilir. Hava yeni yeni serinliyor. Annem var, kardeşim var. Ben. Bercis Teyzem. Yanına iki sandalye daha çekilmiş. Berk, başı Bercis Teyzemin dizinde sandalyelerde uyuyor. Cenk arkadaşları ile oynuyor, çamlıkta. Babam bir seminer için il dışında. Hafif bir akşam rüzgarı var. Kulaklarımızı okşayan. Üşütmüyor. Her şey sakin, dingin. Havadan sudan konuşuluyor. Sonra sıra bana geliyor. Gelecek yıl kolej sınavlarına gireceğim. Ne düşünüyorum? Ne olacak? Karşıdan üç dört kişi geliyor. Bir erkek grubu. Yaklaşıyorlar. Bizim masaya doğru geliyorlar galiba. En önde yürüyen biraz sarsakça. Sendeliyor mu hafiften? Evet! Yaklaşıyorlar. En öndeki ilçenin belediye reisi. İçkili. Yaklaştıkça yürüyüşünden daha belli oluyor sarsaklığı. Arkasındakiler belediyeden sanıyorum. Belki koruma da olabilir. Tanımıyorum. Gelip birkaç adım ötede duruyor reis. O zamanlar daha çok “belediye reis”i denirdi belediye başkanlarına. Konuştukça alkollü olduğu daha belli oluyor reisin. “Bercis, merhaba…” Genelde herkes bey / hanım diye hitap eder birbirine. Niye doktor hanım, ya da Bercis Hanım değil? Hayırdır inşallah! Bercis Teyzem biraz da şaşkınlıkla “Merhaba Reis Bey…” Gözleri soruyor… Ne oluyor? Bu nereden çıktı şimdi, der gibi. Reis Bey devam ediyor. Konuşması içkinin de etkisi ile biraz yayvanlaşmış, sünüyor. Sesler biraz uzuyor. “Yarın Umurbey, Kangırlı tarafında sahada çalışmamız var fakat araç eksik. Sizin jeep de lazım olacak. Onun için geldim.” Bercis Teyze’nin yüzü biraz asılıyor. “Reis Bey, yarın benim planlanmış köy ziyaretlerim var. Ana – çocuk sağlığı ve gebe takibi içerikli. Mümkün değil! Siz kaymakamlıktan başka araç isteyin…” Sonra hatırlamak istemediğim bir söz dalaşı. Fazla içkinin de etkisiyle reisin sesini yükseltmesi. Bağırması. Bercis Teyzemin sinirlenerek ayağa kalkması. Tartışma… Ve benim unutmak istediğim an… Yalnız bir kadın… Bir hekim… Bir kamu görevlisi… Ve suratında patlayan bir tokat! Keşke!.. Keşke o anı yaşamasaydım! Hepimiz şaşkınız. Bercis Teyze bir tahta masayı kaptığı gibi kendisine tokat atan alkollü adamın üzerine yürüyor. Arada anneme bağırıyor. “Gülay dikkat et, düşeceksin!” Perişanız… Berk uyku sersemi yere yuvarlanmış. Annemin gözlerinden yaşlar geliyor, dizlerinin bağı çözülmüş, titriyor. Çayırların üzerine çömelmiş, bakıyor. Ben şaşkınım. Sanki zaman benim dışımda ilerliyor. Her şeye uzak, ayrı bir pencereden bakıyorum. Ağzımı açıyorum, ama sesim çıkmıyor. Gerçek mi bu, bilmiyorum! Aramızda en metini Bercis Teyzem. Dağ gibi duruyor! Sinirli, hınçlı, susuyor. Hiç zaaf göstermiyor. Ayakta. Dağ gibi, kaya gibi, çelik gibi duruyor! İnsanlar geliyorlar hemen. Alkollü adamı alıp götürüyorlar. Uzayan bir boşluk oluyor kafamın içinde. Hiçbir şeyin anlamı olmadığı. Sonsuz bir yalnızlık. Sonsuz bir öfke. Sinir. Gözlerim doluyor. Ağlayamıyorum.
Karakola gidiyoruz. İnfial var. Babam il dışında. Komiser Ali Amca var. Çok severim, hemen geliyor. Çok sigara içmesi ve iyi kağıt oynaması haricinde benim gözümde kusursuz bir insan. İlçedeki en kıdemli polis. İki demir yıldızı var göğsünde. Beni görüyor, omuzuma dokunuyor. Biraz rahatlıyorum. Gece olmuş. İki kadın, dört çocuk karakoldayız. Polis abiler çay ikram ediyor. Aramızda en sakini Bercis Teyzem. Olay Süha Amca’ya intikal ediyor. Cumhuriyet savcısı. Saldırganı nezarete alıyorlar. Süha Amca çok düzgündür. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Siyasiler arıyorlar, telefona bile çıkmıyor. Devletin savcısı!
Bu olaydan sonra Bercis Teyzem’i daha çok sevdim. İyi ki onu tanıdım! Onun gibilere sahip çıkmak gerek. Ne kadar şanslıyım ki onun yanındayım!
* * * *
1973 yılının yazıydı. Babamın tayini Lapseki’den Silifke’ye çıkmıştı. İlkokulu bitirmiştim. Ailem beni ortaokulda hep İstanbul’a göndermeyi planlamıştı. Kolej sınavlarında Kadıköy Maarif Koleji’ni, parasız yatılı sınavında Çanakkale kontenjanından Galatasaray Lisesi’ni kazanmıştım. Tayinimiz olmasaydı istikamet İstanbul’du. Tarsus Amerikan Koleji’ni de kazanınca kararı bana bıraktılar. Bizimkiler Silifke’ye tayin olunca ben de onlara yakın olmak istedim. Kararım Tarsus’tu. Bir ağustos sabahı Lapseki’den ayrıldık. Sarı Simca’lı kadın bize Lapseki’den Biga’ya kadar refakat etti. Biga’da beraber yemek yedik. Yemekte onun yanına oturdum. Biga’nın yoğurdundan bahsettik. Bir daha ne zaman birlikte böyle güzel bir yoğurt yiyeceğimizden dem vurduk. Mutluydum. Sonra Biga’nın çıkışına kadar arkamızdan takip etti. Çıkışta durduk. Ayrılık vaktiydi. Annemle sarılıp ağlaştılar. Ne çocukça! Sonra bana da sarıldı, bağrına bastı. Kararımı vermiştim. Kulağına fısıldadım. “Ben de doktor olacağım. Senin gibi!” Yüzünü yüzüme yaklaştırıp beni sarstı. “Hadi bakalım!” Gülüştük. Arkamızdan uzun uzun el salladı. Ben de el salladım ona. Ta ki ufukta kayboluncaya kadar… Nereden bilebilirdim ki…
Onu hiç görmüyordum. Ama haber alıyorduk. Lapseki’den sonra Burdur’a tayin olmuştu. Kendi memleketi. Başarılı olmaması imkansızdı. Çok çalışkandı. Azimli. Kararlı. Displinli. Mesleğine çok bağlı. Vasıfları ile dikkat çekmemesi de mümkün değildi. Giderek sivrildi. Burdur’dan Gaziantep’e tayin oldu. ’75 – ’80 arası Türkiye’deki hızlı siyasal kutuplaşma, anaforuna onu da aldı. Siyasilerin dikkatini çekti. Cesur ve gözü pekti. Hiç kimseye eyvallahı yoktu. “Erkek” geçinenlerin esamesinin okunmadığı ortamlarda hiç taviz vermeden fikirlerini söylüyor, doğrularını savunuyor, yalnız başına mücadele ediyordu. Ödünsüz olduğu için dostu da çoğaldı, düşmanı da. Bir müddet Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü yaptı. Gaziantep’in “Lokman Bacı”sı oldu. Bu sırada, Türkiye’de siyasal ortam giderek sertleşiyordu.
14 Eylül 1979’da Türkiye’deki tüm siyah beyaz televizyonlar akşam haberlerinde ilk haber olarak onun güzel yüzünü gösterdiler. Şaşkındık. Yıkılmıştık. Kadın spikerin sesi kulaklarımda uğulduyordu: “Gaziantep Eski İl Sağlık Müdürlerinden Dr. Bercis Seden bu sabah otomobille görev yerine giderken Gaziantep – Yavuzeli yol kavşağında açılan yaylım ateşinde vurularak hayatını kaybetti. Vasıtayı kullanan şoförün de hayatını kaybettiği olayla ilgili soruşturma derinleştirilerek devam etmektedir…”
Bercis Teyze, tasarlanmış bir pusuda çapraz ateşe tutularak kırk iki yaşında katledildi! Geriye iki erkek çocuğu, onurlu bir hekimlik ve otopsi masasında dokuz kurşun bıraktı. Kırk yılı aşkın süre sonra, zaman zaman puslu bir perdenin arkasından soluk güzel yüzünü hatırladığımda hep aklıma sorumsuz şaşkın kasaba siyasetçisinin hekime ve kadına attığı tokat gelir. Sol yanağım ince ince sızlar o sırada…
47 yorum
Aman Allah’ım, bu ne güzel ve hüzünlü bir hikaye, sıcacık, sımsıcak. Okurken gözyaşlarıma hakim olamadım. İyi ki bu anıları bizimle paylaştınız. Hayata dair öyküler okuduk kaleminizden, elinize sağlık. Akıcı, sürükleyici, insanı okurken alıp götürüveren bir anı demeti. Sarı Simcalı Bercis ablamızı, meslekdaşımızı sayenizde tanıdık ve sevdik. Ruhu şad olsun, Rabbim hesap günü merhameti ile muamele etsin. Bu ülkede böyle mert, cesur, ilkeli, mücadeleci insanlar olduğu sürece umut her zaman var olacaktır. Umarım geride bıraktığı oğulları da annelerine layık, yaraşır birer evlat olmuşlardır. Tekrar tebrik ve teşekkürler.
Çağatay’ım bir solukta okudum. Ellerine sağlık.
Dr Şehidimize Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Oğulları berk ve cenk e uzun ömürler dileriz iyi insanlarla karşılaşsın lar O belediye başkanı gibilere denk gelmesinler bşk ateşi bol olsun
Sevgili Selami,
Çok duygu dolu bir hikaye,teşekkürler.
Dr.Murat Molu
Sevgili Çağatay, çok güzel, çok duygusal ve çok iyi bir dille yazılmış.
Bir solukta okudum.
Mahmut Şevket Esendal öyküleri tadında.
Bayıldım. Tebrik ederim.
Sevgili Çağatay hocam, ne kadar güzel ne kadar sıcak ve ne kadar gerçek bir hikaye.. çok teşekkür ederim gözyaslarıyla okudum..
En derin saygı ve sevgilerimle, hekimliğinize hayran öğrenciniz
Sevgili Çağatay,
Hakikaten nefis,
Niye doktor olduğunu açıklarken bize de bu mesleği seçerken
Sahip olduğumuz ( ya da olmamız gereken) erdemleri hatırlattın.
Bercis teyze gibi önderler her zaman meşalemiz olacaktır. ( olmalıdır).
Ellerine, yüreğine sağlık
Teşekkürler
Hocam çok güzel gözlerim dolu dolu şuan bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim
Sevgili Çagatay,
Beni çocukluğuma götürdün,
Ne güzel yazmışsın,
Okurken, iyiyi, kötüyü , dürüstlüğü namuslu olmayı, hainliğin uç noktalarını bu yaşanmış olayda çok güzel anlatmıssın,
Umarım yazarlığın, hekimlikteki başarının önüne geçmez. 😊😊😊
İyi Akşamlar,
Etkileyici ve hüzünlü bir hikaye. Mekanı cennet olsun.
Çağatay hocam gayet akıcı yazmışınız.
Sevgili Çağatay,
Kaleminin gücü, sözünü geçiyor. Hekimliğin geldiği safahat belli. Kolay okunur bir tarzın, heyecan uyandırır tarifin var. Anı-hikayen Cumhuriyetin ilk yılları ve ayıca Rus yazarları tadında. Sarı Simca unuttuğumuz, sarı siyahın anlamı az bildiğimiz şeyler. Yazarlığı bırakma. Eline sağlık….
Hocam harika bir yazı , kaleminize sağlık .
Yazamadım…..!
Hayatın bir eni bir de boyu var ise, bu da zamanı eklemiş üzerine 3. Boyut olarak …
Çağatay abiciğim, çok duygusal bir anı ve o kadar güzel anlatmışsın ki, tebrikler. Edebi yönü ve yazım dili çok naif, sanki biz de senin anılarının içinde o günlere gittik.Çok başarılısın bu konuda. Mutlaka devam et ve bizi senin kaleminle başka dünyalara götür. Teşekkürler
Sevgili Cagatay…
Cok guzeldi.bir solukta okudum… kalemine saglik.
Bercis teyzen de onu bu kadar sevip hatirladigin ve bizlere tanittigin icin cok sevinmistir eminim. sagolasin.
Çağatay Abi sanki ben de olayları yaşamış oldum. Gercekten güçlü bir tasfir vardı. Kaleminize sağlık.. ve Dr Bercis hanıma Allah tan rahmet diliyorum.
Arkadaş;
Ortak bir dost aracılığıyla iletin hakkında bilgi sahibi oldum..
Okurken; çoklu anılar gözlerimde koşuşturdu.
Tebessüm her daim vardı, özlem de öyle SEVGİLİ sadıcım…
İyi dileklerim seninle ve sevdiklerinle…
Görüşebilmek ümidiyle…
Sadıcın
Çağatay Hocam, duyguların aynı şekilde o anki haliyle aktarıldığı güçlü bir yazı olmuş. Ayrıca bu olayı anlatarak yapmış olduğunuz vurgu anlamlı. Kaleminize sağlık
Hocam eline, kalemine, yüreğine sağlık! Harika yazmışsınız, tebrik ediyorum.
Güzel insanların ömrünün az olduğu topraklarda yaşıyoruz.
Böylesine her alanda kendini kanıtlamış bir insanın değerini anlatan sevgi yüklü bir hikaye.
Çağatay kardeşim,
Sabah servisle işe giderken bir çırpıda okudum ve bayağı hüzünlendim bu anı’ndan. Bu güzel memleket o yıllarda sağ sol çekişmelerinden çok yiğitlerini, kıymetlerini yitirdi. Onların içinden Bercis teyzeyi de bizim yüreklerimize gömdün, huzur içinde ışık içinde yatsın. Bu güzel insanları örnek alıp memleket ve insan için çalışmak bir ayrıcalık oldu hepimiz için. Sağol, varol.
Değerli hocam,
Soluksuz okudum, kaleminize, yüreğinize sağlık.
Sevgili Çağatay,
Müthiş bir hikayeyi olağanüstü güzel anlatmışsın. Bir kitapta toplarsın umarım bu güzel anıları.
Harika bir hikaye
Yazimin da kuvvetli imis Cagatay tebrik ederim
Hocam, kaleminize sağlık, hekim olmak, insan olmak, zor zamanlarda olmak ve bu üçlüye her durumda, zamansız olarak sahip olmak hekimlik demekmiş anladık.
Sarı simcalı kadın sevgi demenin kendinden bir şey vermek olduğunu biliyordu.
Kağıt üzerinde az yaşadı ama hatıralarımızda sayenizde yaşamaya devam edecek……
Çağatay hocam duygusal bir anı bu memleket o yıllar birçok değerini ve evladını kaybetti mekanları cennet olsun eline diline sağlık
Sayın hocam,
Cerrahlığınızı biliyordum, ancak kaleminizin bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum.
Çok dokunaklı ve bir o kadar da üzücü bir hayat hikayesi maalesef. Okurken yaşadım adeta.
Elinize, yüreğinize, kaleminize sağlık…
Mükemmel yazmışsın, ağlattın.. hem de kaç kez🤗
Memleketim insanının tepedeki aynı el tarafından silah verilerek birbirini yok ettirildiği acı yıllardı. En verimli çağında onca genç insan bizi kontrolü altına almak isteyen güçlerce yok edildi. Silahı üretenler, iki tarafa da aynı silahı verenler aynı devletlerdi. Sağcısı, solcusu, laiki, dindarı, Türkü, Kürdü, Atatürkçüsü hasılı vatanını seven herkesin bu ülkenin bir, bütün ve güçlü kalması için üzerimize oynanmak istenen oyunlara karşı uyanık olmak zorunda olduğumuz bir zaman dilimindeyiz vesselam.
Çağatay hocam mükemmel bir yazı olmuş. Elinize ve kaleminize sağlık.
Kaleminize sağlık, ne güzel bir insanla tanıştırdınız bizi.
Sevgili Çağatay müthiş bir hikaye, müthiş bir anlatım. Hikayeni okurken yaşamamak mümkün değil. Bu ülkede kimbilir daha ne kadar böyle karakterler vardı da ve yok edildiler. Kalemine sağlık.
Hocam soluksuz okudum, yazmaya devam etmelisiniz..
Okurken sıcak sarı renkler, eski hatıralar, kendi anılarım bile araya kaynadı ama nasıl bitti, nasıl hüzünlendim sonunda anlatamam, sonu farklı olmalıydı ama bir hikayede güzel insanlar olunca ve bir hikayenin bu güzel insanın hüzünlü bir son yaşaması ile bitince ve iyi bir kalemle yazılınca o hikayeye ait hissediyorsunuz ve sonunda gözlerinizin dolmaması mümkün olmuyor.
Sayın Çağatay Hocam,
Bir çok çocuğun ailesi gibi ben de en sevdigimi size borcluyum. Sizin hekimlik kararinizda Bercis Hanımın iyi ki etkisi olmus, sizi bize bagislamis. Işıklar icinde uyuyun Bercis Hanim! Direnen butun kadinlara saygıyla!!!
Azer Ebru MUTLU
Sevgili Çağatay mecburi hizmetten beri seni kişilik ve hekimliğin ile takdir ve muhabbetle tanırım. Bugün kaleme aldığın Bercis ablamıza ait hayat hikayesi ile hem senin güçlü kalemini, duygulara tercüman olan anlatımını ve rahmetle anmamıza vesile olduğun Bercis ablamızı da tanıma fırsatı bulduk. Doktor ablamıza Allah’tan rahmet diliyor seni gönülden tebrik ediyorum.
Sevgili Çağatay, uzun zaman sonra okuduğum en güzel yazı. Okurken yaşadım.
ne sıcak bir öykü.kaleminize sağlık Çağatay Hocam
Çok beğendim. İyi bir edebiyat eseri.
Gerçekten harika bir şey. İyi ki de sizi tanımışız, iyi ki varsınız hocam… Tokat’tan slmlr
Çağatay hocam çok güzel teşekkür ederim elinize sağlık okurken sanki olayı yaşıyorsun gibi. Sağlıklı günler diliyorum.
Kaleminize,gönlünüze sağlık Çağatay Hocam! Sözleriniz bize tercüman oldu. Böyle güzel bir insanı bizler ile tanıştırdığınız için teşekkür ediyorum.
Çağatay hocam her zamanki gibi kaliteni konuşturmuşsun. üzücü bir olay, Allah rahmet eylesin
İkinci kez okuyorum. çok güzel bir anlatım ve güzel bir öykü. Kutluyorum.
Saygıdeğer hocam, Dr. Bercis Seden hanımı anlatan yazınızı bir solukta okudum ve paylaştım. Bir Lapsekili olarak, anlattığınız o meşum olay hep içimde yaradır.
Cide’de annemle beraber çalışmışlar 60’ların sonunda. Şimdi yazınızı okurken annem bir yandan Bercis hanımla anılarını anlatıyor. Yüreğinize,kaleminize sağlık. Mekanı cennet olsun Nur içinde yatsın 🙏🏻