16 Mart 2020’den beri salgın hastalıkla yatıp kalkıyoruz. Ne menem şeydir anlayamadık gitti. Bilenler de doğru ve bütün anlatamadılar. Çin’den çıktı dediler, herkes inandı. Çin’de yayılmıyor dediler, ona da inandık. Demek ki virüs Çin’i sevip beğenmemiş. Oradaki devlet düzenini, Çinlileri, onların yaşam tarzlarını, ailelerini beğenmeyip, “en iyisi ben başka ülkelere gideyim, dünyaya yayılayım” demiş.
Sen çık oralardan ta Amerika’ya, Avrupa’ya git. Olacak şey değil! Belli belli, bize de Avrupa’dan geldiydi. İlk İstanbul’da çıktı. Kuyumcu muydu neydi. Paralı biri, şöyle bir çıkıp gezeyim demiş. Avrupa’ya seyahate çıkmış, bize de oradan getirmişti.
Bazıları Umre’ye gidenler getirdi derlerse de, siz inanmayın. Önceleri bu meret hastalık, komşumuz İran’da görüldü. Onlar da bazı fabrikalarda Çin’den işçi çalıştırıyorlarmış. Adamlar tatil olunca ne yapsınlar, memleketlerine gitmişler, dönüşlerinde de hediye olarak getirmişler besbelli koronayı.
Önceleri hepimiz çok sevinmiştik bizde yok diye. Hani deyim yerindeyse zil takıp oynayacaktık. Bir de baktık, bize de bulaşmış. Zaten havayolu, karayolu, deniz yolu her yoldan geliyor mübarek. Devir, ulaşım ve iletişim devri. Sınırların hangi bir yerini kapatacaksın.
Birinin annesi, babası, ya da başka bir yakını ölmeyegörsün, Almanya’daki akrabalar atlarlar uçağa, üç beş saat sonra şıp, baba evindeler. Avrupa daha bu salgın için uyanmamışken, söz gelimi uçakta bir kişide korona olsun, uçağın tamamına bulaştırdı gitti. Uçağa binerken bir kişi hastaysa, inişte iki yüz kişi enfekte.
Sarılıp öpüşmek bizde adettir, gelenektir. Gelene geçene şap şup! Sarılmayana bizde ‘soğuk adam’ gözüyle bakılır. El öpmek, sırtını sıvazlamak normal davranışlardır.
Köylerde ve kasabalarda sevinçler de, üzüntüler de birlikte yaşanır. Düğün yaparız yemekli, oynamalı. Ölenin arkasından mevlüt okuturuz, yemek veririz, olmadı şeker dağıtırız. Askere gitme, asker karşılama törenleri daima birlikte yapılmalıdır. “En büyük asker bizim asker” diye konvoylarda bağırırız, arabaları durdurup halay çekeriz.
Biz böyleyiz işte! Kadınlarımız ev toplantılarında, erkekler kahvede okey de oynarız, tavla da. Habire, dakika başı çay içer dururuz. Anadolu’da bu yüzden kahvelerimiz her zaman tıka basa doludur. “Otur bir çayımı iç, çayın kırk yıl hatırı vardır”. Yok olmadı, o söz kahvenindi. Olsun, biz yine de çay içeriz. Eh, çayın da üç beş yıllık hatırı da oluversin canım!
Bu korona öyle bir virüstür ki, ille de 65 yaş üstünü öldürüyor. O yaştan önce ölenlerin nüfus kütüklerine yeniden bakmak lazım. Mutlaka bir yanlışlık vardır. Neden 65 yaş üzeri de, 60 ya da 70 değil, işte onu kimseler bilemez. 65 yaştan sonra, devletten tekavüt ediyorlar. Ondan olmasın, gidip virüsün kendisine mi sormalı. En iyisi mi biz yine ‘hikmet-i hüdadandır’ deyip geçelim.
Bu virüs hınzır bir virüs işte. Matematikçi gibi, ille de belli saatlerde bulaşıyor. Yirmi yaş altına şu zamanda, altmış beş yaş üzerine şu zamanda, hele de akşam hava karardıktan sonra ve de hafta sonlarında bulaşıyor. O yüzden geceleri ve hafta sonlarında sokağa çıkma yasağımız oluyor.
Otobüste, metroda, takside bulaşmıyor sadece dolmuşta bulaşıyor. Dolmuşçuların, ceza vere vere başlarının dönmesi hep bu yüzden.
Camide, kilisede bulaşmıyor; kahvede, lokantada, hele hele içeride kumar da oynanıyorsa, içki içiliyorsa, işte o zaman bulaşıyor! Kola, gazoz içince bulaşmıyor; müşkirat içince bulaşıyor. Bazı toplantılarda bulaşmıyor, bazılarında bulaşıyor. Alkış için gidilen toplantılarda bulaşmıyor, protesto için gidilenlerde bulaşıyor. Tatil için gidilen turistik mekanlarda, beş yıldızlı otellerimizde bulaşmıyor. Açık havada, stadyumlarda bulaşıyor.
Yurtdışından gelenlerden bulaşmıyor, gidenlerden bulaşıyor. Neden mi diyorum? Yurtdışından gelenlerin test olup olmadıklarına bakılmıyor, gidecek olanlara test mecburi tutuluyor.
Hastalanan sayısında, ülkemiz çok şükür (!) ilk üçe girmiş durumda, bu gidişle yakında başa oynarız, kuşkunuz olmasın!
Tekstilcilerin çoğu maske üreticisi oldu. Ürettiklerinin çoğu tırışkadan; bakan, kontrol eden yok nasıl olsa. Üret üretebildiğin kadar, sat satabildiğin kadar. Maske var üç kuruşa, maske var, beş-on kat pahalı. Soran var mı, kontrol montrol. Kim, hangi daire bakar bunlara biz bilemeyiz. İlk zamanlarda maskemiz, kolonyamız devletimizden, hem de beleş geldiydi. Teşekkür ettik de, birden arkası kesildi.
Çin aşısına çokları burun kıvırıyor. Onlara, “yahu düne kadar olduğunuz aşılar hangi teknikle yapılıyordu” diye sormak lazım! Çıkacak yerli aşıya da burun kıvırır bazıları. Unutmayalım ki, bir zamanlar kendi aşısını, kendi uçağını üretebilen, hatta dışarıya ihraç edebilen bir Türkiye vardı. Şimdi de üretebiliyoruz, çok şükür! Zorda kalınca biz her şeyi yaparız. Bunun tarihimizde örnekleri çoktur; Kurtuluş Savaşı’nda, Kıbrıs Savaşı’nda yaşananları hatırlayın bakalım. Altmışlı yıllarda çıkartma gemimiz bile yoktu. Batılılar bize satmıyordu. Oturduk kendimiz yaptık. İşte o kendimizin ürettiği çıkartma gemileriyle, 1974’te gidip destanlar yazdık. Yaparız biz, yeter ki imkan verilsin, içimizden birileri köstek olmasın. Buna herkesten önce kendimizin yürekten inanması lazım. İnanınca olmuştur, olur, ileride de olacaktır!
Başlığa sarı koyunca yazılar çok okunuyor. O yüzden sarışın yazdım haberiniz olsun, başka bir amacım yok. Sünnetçinin biri vitrinine saat koymuş, görenler “ne alaka” diye sorduklarında, “ya ne koysaydım” deyivermiş. Onun gibi bir şey. Yeşil yazsam birileri, kızıl yazsam başkaları bozulurdu. İşte ben de o yüzden sarışın yazdım.
1 yorum
Başlık sarışın, resim kırmızı. Şimdi ben, soranlara ne diyeyim, işte onu bilemedim.