Türkiye hareketli bir ülke.
Sürekli yeni bir gündemi var.
Gündemdeki konular yıllarca çözülmeden ertesi güne bırakıldığından, bazen çözüm için “toptancılık” yöntemi uygulanıyor.
- “Toptancı” çözüm modeli “devletçi” modeldir.
- “Sapla saman” karıştırılır.
- “Kuru ile yaş” karıştırılır.
- “Haklı ile haksız” karıştırılır.
- “Doğru ile yanlış” karıştırılır.
- “İyi ile kötü” karıştırılır.
Farkına varamazsınız.
Arada “mazlum ve masum” halk eziliverir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel sorunu “sosyoliktir.”
Ve Anayasal kökenlidir.
Bilindiği gibi Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinden olan “…demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” ifadesi stratejik bir önem taşıyor.
Tüm siyasi tartışmalarda tarflardan bir kesimi, sürekli; “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” kalıbını kullanıyor; taraşardan bir kesimi ise “Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” kalıbını kullanıyor.
Daha önce de yazdığımız gibi Anayasa’daki orijinal kalıp “Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” kalıbıdır.
Bize göre bu kalıptaki kavram dizilişi önem sırasına göre dizayn edilmiştir.
Demokratik, laik… diye söze başlayanlar; “Demokrasi olmadan halkın iradesi yaşama geçemez, laiklik olmaz, sosyal devlet olmaz, hukuk devleti olmaz” demek istiyorlarsa, bu doğru değildir.
Laik, demokratik… diye söze başlayanlar; “Laiklik olmadan demokrasi olmaz, sosyal devlet olmaz, hukuk devleti olmaz” demek istiyorlarsa, bu da doğru değildir.
O halde sorun nerede?
Sorun “ön yargılarda”dır.
Demokratik, laik… diye çerçeve hazırlayanların,
“Mevcut Anayasa ile demokratik bir yapı kurulamayacağını bilmeleri gerekir.
Laik, demokratik diye çerçeve hazırlayanların, mevcut Anayasa ile laik bir devletin yapılamayacağını anlamaları gerekir.
Çözüm için,
Önce Anayasadaki kalıbı doğru kullanmalıyız.
Sonra da;
“Türkçe bilim dili değildir” diyen YÖK başkanlığı yapmış insanlarımızın, bu “kökten Amerikancı” yaklaşımları, sonra “ben Amerikancıyım” diye nüksettiğinde şaşırmamalıyız.
“Türk kimliği” ile “Türk ırkı” arasındaki farkı anlayamadan politikaya soyunup devleti yönetmeye kalkanlara şaşırmamalıyız.
Yahudiliğin bir ırk, Museviliğin bir dini simgelediğini algılamamış sözde bilim adamlarının antisemitizmi yorumlamalarına şaşırmamalıyız.
Darbe psikolojisi ve beklentisi ile bilinç altını besleyen, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleriyle toplumun çimentosuna toprak karıştıranların toprak altına gömdükleri silahların ortaya çıkarılmasına “Bunlarla mı darbe yapılacak?” demelerine şaşırmamalıyız.
Çelişkilerini zamanında çözmeyen bir toplumun sonuçlarına şaşırmamalıyız.
Çözüm; kıvırmamaktan geçiyor.
Sevgi ve saygılar.