Konuşamaz, yürüyemez, oturamaz, hareket edemez, çevresindekileri tanımaz, kendi kendini besleyemez, boşaltımından habersiz, yaşamdan, nerede olduğundan, kim olduğu konusunda bilgisiz, nedenlerden niçin’lerden uzak, bilinçten, idrak etmekten, kendini savunmaktan, dünyanın o çok temel gereksinim ekonomisinden habersiz, üstelik kendi karşılayamayacak durumda, özerk değil, sosyal hayat bilmecelerinden bilgisiz, istekte bulunmaktan, dileklerini dile getirmekten bihaber, bir o kadar da masum, sevimli, başkasına bağımlı, ihtiyaçlarını göremeyecek kadar yardıma muhtaç, naif, zarif, güzel mi güzel, mis kokulu, minicik bir bebek olmak…
Üstelik sağlığı yeterli düzeyde değil ve erken doğmuş olma haliyle yaşama tutunabilmesi için bir hastanenin yeni doğan ünitesinde, anne kucağından, baba korumasından, aile ortamından, doğal ev ortamından uzak, buz gibi, büyük, kalabalık, bir başka binada, tanımadığı ama kendilerine bağımlı olduğu insanların içinde, bir kuvözde, bir çok yaşam destek cihazlarına, hastane ekipmanlarına bağlı halde, türlü ilaçlara maruziyetiyle gelişebilecek komplikasyonlara açık halde, giysisiz vaziyette, öylece, mağduriyet ve savunmasız haliyle, iyileşmeyi, büyümeyi, annesini beklemek hiç de istenen bir durum olmasa gerek…
Adı üstünde yenidoğan. Hayata gözlerini yeni açıyor. Peki hangi Dünyaya uyanıyor?. Acımasız bir Dünyaya; bebeklerin öldürüldüğü, insan yaşamının anlamının yitirildiği, insana değer verilmeyen, çağın putu olan para için cana kıyılan bir Dünyaya geliyor yeni doğanlar. Son günlerde yaşanan özel hastane, yeni doğan ünitesi skandalları insanın kalbini sızlatıyor, göğsünü daraltıyor, nefes alamıyoruz resmen, bu kötü kalpli canavarlarla aynı ortamda yaşadığımız için. Bir sağlık çalışanı nasıl olur da yaşamı koruma adına yetiştirilip, mezuniyette yemin edip, çalışmaya başlayınca insan canına kıyar, akıllara zarar bir vahşet.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 10 Aralık 1948 yılı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 3’de “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” demektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiş olan “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” madde 3’de; “Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. Taraf devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. Taraf devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler” ifadeleri yer almaktadır.
Barselona’da 2001 yılında gerçekleşen 5. Dünya Perinatal Tıp Kongresi’nde yayınlanan ‘Yenidoğan Hakları Bildirgesi’nde; madde 3 de; “Her yeni doğanın yaşama hakkı vardır….” derken, yine aynı bildirgede; 4. maddede; “Her yeni doğan kültürel, politik veya dini nedenlerle yaşamının riske edilmemesi hakkına sahiptir. Hiç kimse kısa veya uzun dönemde yeni doğanın sağlığını risk altına sokacak, fiziksel bütünlüğünü bozacak bir işlemi yapma hakkına sahip değildir. Hiçbir koşulda zarar verme kabul edilemez.” ifadesi yer almaktadır.
Peki bunca bildirge ve mevzuata ülke olarak imza atmamıza karşın neden sağlık çalışanları arasından etiğe uymayan ve yeni doğan yaşamına son veren ahlaksızca girişimler uygulayan duyarsızlar çıkıyor?. Asıl soru bu. Burada dönüp aynaya bakmamız lazım. Demek ki biz ahlaklı insan yetiştiremiyoruz. Öyle ise tekrar toplum olarak kendimize gelmemiz gerektiği üzerinde durmalıyız kanısındayım. Yaşama bakışımızı, eğitimimizi, toplum psikolojimizi, felsefemizi, inanç, örf, adetlerimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi, sosyal yapımızı düşünmeli ve şu an ne haldeyiz gözden geçirmeliyiz. Ve de sağlık ekonomimizi nasıl düzeltebiliriz?. Sağlık sektöründeki aksaklıklarımız neler? Bu konuları incelemeliyiz ve çözümler getirmeliyiz. Doğru, dürüst, erdemli insanlar yetiştirmek adına harekete geçmemiz gerektiğini görmek için çabalarken, aynı zamanda yaşadığımız acı olaylardan ders alarak, insan iyiliğini artıran doğru aklı kullanmak için, topyekûn, tüm toplum bireylerinin; yönetimden en alt aile kişilerine kadar bu sorun ile ilgili tutumlara el vermesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.