Eğitim ayrı, öğretim ayrı nitelik taşır. Öğretim, eşya ve olaylarla ilişkili olan, bilgi ve tanımların aktarılması eylemidir. Başka bir anlamda bilgi transportunu sağlar. Sonuçların ve görüntünün kalıcılığını sağlar. Bilimsel niteliği yoktur. Öğretimle yetiştirilmeye çalışılan insan sonuçlara göre düşünür, duygusal yöne ağırlık verir ve duygusallığın doruğunda fanatikleşebilir.
Eğitim, sebeplere göre düşünmeyi sağlar. Eşya ve olayların sebeplerini ön plana çekerek aklın işleme çarkına sokar. Eşya ve olayların niteliklerinin somut olarak kavranmasını sağlar. İnsanı, düşünen aklın yönlendirdiği bir ivme kazanma sürecine iter. Böylece insan bilimsel düşünür, somut tanımlanmış kavramları kullanarak sürekli üretir. Eğitimle gerçekleştirilmeye çalışılan toplumsal değişikliğin, toplumun karakterine yansıması için bireylerin yenilenmesini sağlamak kaçınılmazdır. Bireyin yenilenmesi, nitelik değişikliğini hedefleyerek hazırlanan ortamda ve kendi yaradılış niteliklerini motive ederek sağlanabilir.
Bireyin yaradılışına uygun karakterinin yenilenerek değişmesini sağlayabilecek ortamın “olmazsa olmaz” üç ilkesi vardır; Bağımsızlık, Bilimsellik, Evrensellik.
Bu sacayak üzerine oturmayan yenilenme ve değişme süreci aldatıcıdır. Bu ölçülere uygun insanın yetişmesi ve yetiştirilmesi için en uygun ortamın “Üniversite” olması beklenen bir durumdur. En azından düşünen insanların beklentisi bu niteliktedir. Kültürlü insan, bilimle iç içe olan insan ve de bu özelliklerini “yaşam biçimi” haline dönüştüren insan. Evet, toplumun üniversiteliden beklentisi bunlardır, öyle görünüyor ki her zaman böyle olacaktır.
Üniversitelerin Tıp Fakültelerinden mezun olup, halkın sağlık problemlerini çözmeye soyunan ve her türlü fedakarlıktan kaçınmayan sağlık mensuplarından “doktor”u ele alırsak ne görüyoruz? Üniversiteye bağlı hastanelerde hizmetine devam ediyorsa, “bilim adamı” olma endişesiyle bilgi biriktirmeye yönelik, hergün 16 saat çalışan “mekanik” bir yapılanmanın ortamında yetişen farklı bir doktor,
Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık birimlerinde görevli ise, “gelenekçi” bir yapılanmanın akışında “yaşam mücadelesi”ni, alt yapısı bilimsel olmayan bir ortamda vermek durumunda olan farklı bir doktor,
Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı anlamakta zorluk çektiğimiz bir “sistemsizlik sistemi” içerisinde ise, günde “yüzlerce” hastaya bakmak (muayene etmek değil) zorunda olan, kendini ve hastayı hiçbir bilimsel ve etik ilke süzgecinden geçirme imkanı bulamadan “günü doldurma” mücadelesi veren farklı bir doktor.
Son olarakta askeri disiplin ortamında yetişmiş, “disiplinize” olmuş farklı bir doktor. Görünüyor ki en azından dört ayrı kültür birikimine imkan veren, dört ayrı ortamda hizmet üretmek durumunda olan doktordan, halkın beklentisi aynı nitelikte: “Ruh ve beden sağlığının bütünlüğünü korumak”.
İyi de bu fotoğrafta, hekimin ruh ve beden sağlığını kim koruyacak? Zaman kaybetmeden sağlık hizmetlerinin “bağımsız” bir Sağlık Bakanlığı bünyesinde birleştirilmesi, koordinasyonu ve gerektiği kadar özelleştirilmesi en yararlı atılım olacaktır.