Bir süredir Ankara’dayım. Sağlık ocağındaki hemşire arkadaştan duydum. Yanındakilere yakınıyordu: “Yıllarca Atatürk Hastanesinde çalıştım. Ben bile bir yerden diğerine gitmekte zorlandım. Orada, sanki maraton koşucusu olmamız isteniyor arkadaş. Bir daha mecbur kalmadıkça asla gitmem, hatta semtine bile uğramam.”
Açıldı, taşınılıyor haberleri ile bir süredir gündemdeydi. Evime yakın sayılır. Gideyim de bir de kendi gözlerimle göreyim dedim. “Sen emekli değil misin, ne işin var orada?” “Olsun, ben de gazeteci kimliğiyle giderim.” Atladım arabaya. Eskişehir yolundan şehre doğru istikamette Bilkent kavşağından giriş yaptım. Kimi yerde uyarı levhaları var, kimi kavşakta yok. Onkoloji Hastanesinin kapalı otoparkına park ettim. Hâlen işçiler çalışıyor. Yerlerde metrelerce kablolar uzanıyor. Hastaneye nasıl çıkılacak, orası hiç belli değil. Çalışan birinin yardımıyla üst kata çıktım. Birimlerde çok sayıda güvenlik görevlisi var. Hepsi yeni işe girmişler. Çoğunluğu hanım ve ufak tefek. Genelde koruma görevlisi denince iri yarı erkekler aklımıza gelirse de öyle değil. Yolum uzun bir koridora çıktı. Meğer orası genel hastane binasıymış. Yerler granit döşeli ve pırıl pırıl parlıyor. Git git bitmiyor bir türlü. Koridorlar ve hasta bekleme odaları pazar günü olduğundan henüz boş durumda.
En iyisi hastane yönetimine gidip bilgi alayım dedim. Bir görevli acil servisi geçince şu tarafa dönün diye tarif etti. Yolda yanımdan geçen bir golf arabasıyla yolcu taşınıyor. Yönetim bölümünde de in cin top oynuyor, kapılar kilitli. Tuvaleti temizlemekle meşgul olan bir hanım gördüm ve ona sordum. Balkondan aşağıdaki güvenliğe seslendi. Sonuçta beni nöbetçi güvenlikçi olan Gözde Hanım karşıladı. Benim bildiğim hastanelerde nöbetçi memurlar ve nöbetçi müdür olur da burada ben onları göremedim.
Nöbetçi güvenlikçi, üzerinde “CCN Sağlık” yazan bir kitapçığı verdi. Onu incelemeye başladım. Görevli başkalarının sorunlarıyla ilgileniyor. Ana hastane binası uzunca bir H harfi şeklinde. Sağında ve solunda T harfi şeklinde üçer tane altı hastane bağlanmış. Kuzeyinde Kalp Damar Hastanesi, Genel Cerrahi Hastanesi ve Nöroloji-Ortopedi Hastaneleri; güneyinde Çocuk Hastanesi, Kadın Doğum Hastanesi ve Onkoloji Hastaneleri sıralanmış. Onların da daha güneyinde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ve Psikiyatri Hastaneleri konuşlandırılmış. Plan üzerinde son iki hastanenin arasında başka bir bina kompleksi görülse de neresi olduğu yazılmadığından orasını öğrenemedim. Kompleksin Eskişehir yolu komşuluğunda Sağlık Bakanlığının ana binası var. Bu komplekse henüz Atatürk ve Yüksek İhtisas Hastaneleri taşınmış. Numune Hastanesi ile Zekâi Tahir Burak (Büyük Doğumevi) Hastanesi daha sonra taşınacakmış.
Otoparka doğru gidebilmem için, tekrar bir kilometre kadar aynı yolu göze alamadığım için görevlilerden yardım istedim. Sağ olsunlar golf arabasıyla götürdüler. Hastane içi taşımacılığı için şimdilik dört golf aracı alınmış; bindiğinizde emniyet kemerini takmanız gerekiyor. Sanırım hastane kompleksi 3.900 yataklı olacakmış. Yap-işlet modeliyle müteahhit firmalar tarafından 25 yıl işletilecekmiş. Şehir hastaneleri projesi, önceleri İngiltere tarafından denenmiş ve rantabl bulunmayarak vazgeçilmiş.
Şehrin öbür yakasından acil bir hasta 112 ile kaç dakikada gelebilir? Tam kapasiteyle çalıştığında trafik nice olur? Böyle büyük hastane deneyimi hangi şirketlerde ve kimlerde vardır? Temizliği, ısıtması, güvenliği, trafiği ve işletmesi nasıl kotarılır? Bunlar, hemen aklıma geliveren sorular. Ne diyelim, tüm bunların cevaplarını yaşadıkça göreceğiz. Bütün bunların yanında, acil ve günlük konsültasyonlar için meslektaşlarımızın paten, ginger ya da dronla hastaneler arasında gelip gitmeleri gerekecek gibi. Yoksa hastane yollarında telef olmaları işten bile değil. Bizim, yapılan her yeniliği daha işin başında yermek gibi bir tabiatımız vardır. Yapılmış yapılmıştır, milletimize hayırlı olsun. Her ne kadar böylesine devasa hastanelere benim de aklım pek yatmasa da başarılı olmasını dilemekten başka ne denilebilir.