Bugün her şeye boş vereceğim! Sanki her yazdığımızı okudular, sanki derdimizi dinlediler, sanki sorunları çözdüler! Size, “Yemek yaparken bile elimizde bir tarif vardır, ancak öğretim üyesi yetiştirirken yoktur.” deyip de, asabınızı mı bozayım? “Memlekette işler oturduğu yerden hallediliyor.” deyip de, tüm gün oturucuların şimşeklerini üstüme mi çekeyim? “Cahilin cehaleti varsa, öğretim üyelerinin bilimi var.” diyemediğim için ağıt mı yakayım?
Bugün size Hasankeyfli Selami’yi anlatacağım!
Midyat’tan yola çıktık. Kâh kıvrıla kâh doğrula, yol bizi oradan oraya savurdu. Zaman zaman yağmura yakalandık; önümüzdeki uzun askeri konvoyları solladık ve Hasankeyf’e ulaştık. Ben fotoğraflarını gördüm önceden, biraz okudum hakkında. Bizi polisler karşıladı 19 Mayıs’ın heyecanında. Aracımızı park ettik, Hasankeyf tüm ihtişamı ile karşımızda duruyordu. Biraz tutuk, ama nazik bir genç ses, bize rehberlik yapmak istediğini söylüyor. Tanıştık! Selami! Kara üzüm taneleri gibi gözleri ve zeki bakıyor, ama ürkek, bir o kadar da temkinli. Biz de bir o kadar ürkek. Selami 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisi. Türkçe, Kürtçe, Arapça biliyor ve en önemlisi okumak istiyor. Avukat olmak, bu dilleri ve daha nice dilleri konuşanlara yardım etmek istiyor. Tırmanıyoruz usul usul, tepeye ulaştığımızda nefesler kesiliyor. “Kaç kardeşsiniz?” diye sorduğumda, “Yedi.” diyor. “Sen kaç numarasın?” soruma da, “Bil bakalım.” diyor. Anlıyorum ki yedi çocuğun en büyüğü. Selami diyor ki; “Başımıza her gelen cehaletten! Kızlar da okula gidiyor, hepimiz gidiyoruz. Okul bizim umudumuz, kurtuluşumuz.”
Ama Selami yoksul, belli ki, bu yaz ayları yaptığı rehberlik onun için çok önemli. İçim ürperiyor, boğazıma düğümler takılıyor, yutkunamıyorum. Utanıyorum kendimden, akademisyenliğimden, hocalığımdan. Beni küçücük alanlara sıkıştıran zihniyetlerden! Öfke ile utanç kaplıyor yüreğimi. Soruyorum kendime, “Hangi yüksek öğretim sistemi bu kadar halkından uzak kalır?” Soruyorum, elbette kendime, “Ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?” Hâlâ içimizden küçümsenemeyecek bir kısmı sadece otururken, mesaiye geldiğini sanıp elini işe sürmezken nasıl kalkınacak Hasankeyf? Hâlâ adam kayırma, seninkiler, benimkiler sürerken nasıl okula gidecek Selami? Okula gitsen ne olacak Selami? Tıp fakültesine gelirsen, hocalarının bir kısmı iyi niyetli, ama ne yapacağını bilmiyor; ötekiler malum herkesçe. Selami, senin okula gitmen önemli hem de çok önemli. Ama seni yetiştireceklerin özgür olması, kimlikli ve kişilikli olması da çok önemli. Daha da önemlisi, artık yaşla kurunun ayrılması.
Dicle süzülüyor önümde nazlı nazlı; Fırat’ına kavuşmak için hiç acelesi yok. Etrafa bakıyorum; her şey yıkık dökük. “Selami haydi gel!” diyorum, “Bize gidelim, sana destek olayım, üniversiteye hazırlan. Haydi gel evladım!” Şöyle bir bakış atıyor, yüzünü kaplayan hüzün bulutunun ardından. O bakış içimdeki suçluluk duygusunu öyle bir coşturuyor ki… “Ne yaptın bunca yıldır? Yapman gerekeni yaptın mı? Yeteri kadar çalıştın mı?” Benim derdim kendimle. Ama elbette parçası olduğum sistemle de! Düşünüyorum; bizleri ne kadar yetkin kıldılar ki Selami’ye yardım edelim! Belki de ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilemedik. Dünya başka bir yere giderken, Hasankeyf orada öylece sular altında kalmayı bekliyor. Ben de, yeni eğitim yılı başladığında bir reform bekliyorum. Bunun üniversiteler için elzem olduğunu düşünüyorum. Bir ülkede hâlâ bu kadar yaygın sefalet ve cehalet varsa suçlu aydınlar değil de kimdir? Suçlu aydını aydınlatamayan yüksek öğretim sistemi değil de nedir? Keşke 500 yıl sonra yıkılmasından üzüntü duyulacak eserler bırakabilsek Anadolu’nun tüm geçmiş sakinleri gibi.
Tüm tarafları bir kez olsun, “Selami’nin halinden sorumlu olabilir miyim?” diye kendisini sorgulamaya davet ediyorum.
Selami’lerin selamet bulduğu yeni eğitim yılına dek “Sağlıcakla kalın.” diyerek, sizleri saygıyla selamlıyorum.