Türkiye’nin en temel sorunu ve çözüm önerileri konusu tabii ki bizleri aşan bir konu ama naçizane kişisel fikirlerimi paylaşmak isterim fırsat bulmuşken…
Temel sorunlar ve çözümleri sadece Türkiye’ ye mi has ya da tüm dünyaya mı? Son zamanlarda gördük ki çok parlak gösterilen toplumlarda da çok ciddi sorunlar var hem ekonomik olarak hem de sosyokültürel açıdan.
Bizim sosyokültürel değerler açısından tarihten beri gelen değerlerimiz var. Bu tabii ki büyük avantaj ama bu değerlere sahip çıkamadığımız diyaloglar çok karşımıza çıkıyor.
Gerek ekonomik olarak gerekse sosyokültürel açıdan bu değerlerimizi yeniden canlandırmak ve sahip çıkmak çok önemli bence.
Bir toplum mutlu ise bu tüm alanlara yansıyacak ve har alanda verimi artıracaktır. Mutluluk illa ki çok büyük parametrelere bağlı değildir. Bazen bir merhaba, içten gelen bir nasılsın o kişiyi mutlu edebilir ve motive olmasını sağlayabilir. Bu da üretkenliğin artışını getirebilir. Bir iş yeri düşünün ya da bir konferans ya da sokakta yürüyen bir kişisiniz. Karşınızdakini hiç karşılıksız ve içten merhaba dediniz o da size merhaba dedi gerçekten içten ve samimi… Eminim bu selamlaşma her iki tarafa da iyi gelecektir. Bir de şunu düşünün; bir kuruma girdiniz merhaba dediniz ,karşınızdaki ya farkında değil ya da farkında değil görünme peşinde. Bazen öyle oluyor ki bu bana neden selam verdi durumu oluyor. Arkanızdan başka biri giriyor, bu kez ayakta karşılanıyor. Ya da şunu düşünün; bir mağazaya girdiniz, tezgahtar sizle ilgileniyor, başka biri girdi sizi bırakıp ona yöneliyor ve ’çay kahve ikramına geçiliyor, ve siz bu tabloları izliyorsunuz. Benim paramdan farklı bir birim mi kullanılıyor diye insan kendini düşünmeden alamıyor.
Tarihimize baktığımızda selamlaşmanın, insana ve tüm canlılara hürmetin çok önemsendiğini, bu hürmetin bir beklenti yada menfaat karşılığı değil insanlığın gerekliliği olarak yapıldığını görüyoruz. Açın doyurulduğunu, düşenin kaldırıldığını, açıkta kalanın konuk edildiğini hep anlatırlar. Bu yapılanların arkasında ne bir menfaat ne de bir art niyet aramadan, sorgulanmadan yapılıyordu bütün bunlar…
Osmanlı esnaf ahlakına baktığımızda siftahını yapan bir esnaf ikinci müşteriyi komşusuna yönlendirirdi o da siftahını yapsın diye. BEN;cil değil, BİZ’cil yaklaşım vardı. Hala Anadolu’nun birçok yerinde vardır. Evine gelene hemen sofra kurulur aç olup olmadığı sorulmaz. Ya da aş evleri, ücretsiz yiyecek ve ihtiyaç marketleri var diye biliyorum. Bunlar daha da yaygın hale getirilmeli.
İnsanlar bulundukları kurumların ve makamların ağırlığını hissedip ‘Yunus, gibi olduğunda eminim ki kapısından her girene karşılıksız gülümseyip hoş geldiniz diyecektir. Çünkü o gelenler için ya da ihtiyacı olanlar için zaten oradadır.
Ben değil biz kavramı bence gerçekten çok önemli. Ama bazen siz ne kadar BİZ deseniz de yani karşınızdakini düşünerek hareket etseniz de yerleşmiş dengeler altında ezilebiliyorsunuz. Önemli mi, önemli değil aslında ama üzülüyorsunuz. Bu konu ile ilgili bir anımı paylaşayım sizle daha doğrusu arkadaşımın anısını.
Arkadaşım muayene hekimliği yapıyordu. Hastalarından birini maddi olarak düşkün görüp muayenehane ücreti almamış. Sonra hastayı çıkarken pencereden gözetlemiş. Gördüğü manzara şuydu; hasta reçeteyi elinde buruşturmuş. Sonra hastayı geri çağırmış ve ücretini almış. Bu sefer, hastanın reçeteyi elinde düzeltmeye çalıştığını görmüş. Tabii buna benzer çok örnek var. Yapılan işin içeriğinden ziyade sunuma nedense daha çok önem veriliyor.
Bunlar değişebilecek bakış açıları. Ben ümit ediyorum ki, bir gün içeriğe bakmaya başlayacağız. Bir konu başlığında çevresel detaylara değil ana detaya yoğunlaşacağız. Aracılara değil asıl kişiye odaklanacağız. Birbirimize insani olarak evrensel, hangi dilde olursa olsun selamımızı vereceğiz. Acaba bana neden selam verdi diye sorgulamayacağız. Gerçekten halini merak edeceğiz ve yaptığımız işin bizim sorumluluğumuz olduğunu ve bu sorumluluğun halka karşı olduğunu bileceğiz.
Ülkemin her yeri çok güzel. Ben mecburi hizmete Batman’a gitmiştim. Gittiğimde patoloji laboratuvarının kurulmadığını hasta materyallerinin farklı yollarla Diyarbakır’a götürüldüğünü öğrendim. Bu konuda çok detay var ama burada bırakayım. Ben gittiğimde orada bulunan meslektaşım da çok gayret etti. İkimiz birlikte orada çok güzel patoloji laboratuvarı kurduk. Çok emek verdik, çok kapı aşındırdık. Bazen ‘hocam başım gözüm üstüne, denilip randevuya gelmeyen muameleler de oldu olmadı değil ama sonunda başardık. Mesleğim ve verdiğim emeğin karşılığını aldığım için çok mutluyum. Karşılığını almak yanlış anlaşılmasın, bu manevi tatmin. Oradan ayrılalı çok oldu ama patoloji bölümü ve laboratuvarı orada hizmet vermeye devam ediyor. Hani derler ya “Balık Bilmezse, Halik Bilir”, o misal… Bu benim görevim, orada bulunmamın hakkın verdim diye düşünüyorum.
Son cümlelerle toparlarsam tabii Pandemi sürecinde bir çok sorun çok arttı bizde ve tüm dünyada. Ama bizler bireysel değil toplumsal düşünebilirsek komşumuz açken tok yatmazsak, en küçük bir diyalog da bile menfaat beklemeyi bırakırsak sorunların çoğunun çözüldüğünü görebiliriz diye düşünüyorum.
Bir çocuk şarkısı vardı:
İstedim ki sokakta
Asık suratlı kalmasın
Büyükler büyüdükçe
Gülmeyi unutmasın
Bir merhaba ile selamladım insanları
Okul yolunda gördüğüm minik karıncayı
Yaşım küçük ama içimdeki kıpırtıyı
Biraz neşe katıp büyüklere, size veriyorum
Hayat gülünce çok güzel
Hayat gülünce çok güzel
O kapkara bulutları
Dağıtıp atmalı
Herkesin yüzünde
Bir küçük tebessüm olmalı (Fatih Peşmen)
Sağlıcakla…
1 yorum
👏👏👏👏👏