Yüksek klasmandaki bir otomobil, dünya çapında kalitesini isbat etmiş belli bir standart düzeyi yakalamış ve yıllardır bu kalitesinden taviz vermeyen bir makinedir. Her parçası en ince detayına kadar kendi fabrikalarında imal edilip, mahir eksperlerce kontrol edildikten sonra montajlanıp riski en aza indirgenerek, imal edilip insanlığın kullanımına sunulur. Vidasından, somunundan tutun da, kaporta ve boyasına kadar her kademesinde belli standart koşulurdan geçirilerek motor ve şasi numarası verilir. Belli testlerle ve güçlü koşullarda dayanıklılığı, emniyet parametreleri, güvenirliliği ve performansı kontrol edilir.
Diğer otomobillere gelince, daha ekonomik, kendi sınıfları içerisinde kendi standart ve kendi kurallarına göre imal edilir ve satışa sunulurlar. Bu otomobillerin, farklı sınıfları temsil ettiklerinden değişik motor gücü, hacmi ve ağırlıkları sebebiyle aynı kategoride telakki edilmeleri, fiyatlandırılmaları ve yarıştırılmaları asla kabul edilemez. Değişik sınıftaki otomobillerin ne kadar rötuş, ne kadar modifikasyon yapılırsa yapılsın, benzetmek istenilen kategorideki otomobil ile asla bir olması mümkün değildir.
Hekimlikte çok yüksek standarttaki öğrencilerin seçilerek alındığı Tıp Fakültelerinde, diğerleriyle asla kıyas kabul etmeyen çok sıkı bir disiplin, eğitim ve öğretim programı ile yetiştirilen ve adlarının önüne "Doktor", "Hekim", "Tabip" unvanı ilave edilen, bir meslek kuruluşudur. Hiçbir yakınlığı olmayan başka bir disiplinin eğitim ve öğretiminden geçenlerin, değil bu grup içerisine alınmaları, bu grubun eğitim ve öğretiminde yetkin olan kurumların kadrolarına da dâhil edilmeleri katiyetle kabul edilemez. Zira aldıkları eğitim ve öğretim aşamaları, yetiştirilme şartları ve ortamları farklı olmakla birlikte, kazandıkları fakültelerin giriş dilimleri ve puanları arasında çok büyük farklar vardır. Ne kadar rötuş yapılırsa yapılsın, aynı disiplinin merhalelerini bihakkın başarmadıktan sonra, orijinali gibi olması mümkün değildir. Ayrıca bu, çok büyük bir haksızlık olarak da görülmelidir.
Ancak hekimlik mesleğinin maruz kaldığı haksızlık ve zulmü dikkate aldığımızda, maalesef itibarı kaybettirilen bu mesleği, artık hiç kimse tercih etmez duruma gelecektir. Bunun sonucu olarak da, ne yazık ki, bazılarına gün doğacaktır!
Bu nedenle her meslek grubu kendi kategorisinde, kendi mecrasında ve kendi yolunda yürüsün ve orijinal alanında orijinal çalışmalara imza atsın. Başarı, kendine güven ve saygınlık da ancak bu şekilde elde edilebilir. Diğer bir deyişle, herkes kendi gibi, kendisi olmalıdır. En büyük erdem de zaten, SEN olabilmek değil midir? Bu arada, hiç kimse, biz müsaade etmediğimiz müddetçe(!), bizi ve mesleğimizi hakir göremez, karalayamaz ve görmezlikten gelemez.
Neyzen Tevfik’in hocası olan Şair Eşref’in, bilinen beytini
"Gam değil mülkün elden gitmesi lakin
Elde zulm etmeye tabip (ahali) kalmadı". şeklinde yazmış olabileceğini de zannediyorum. Üstad, bugünleri önceden görmüş meğer!
Dr. Esat Işık Paşa (1864-1936) meşhur mısraları da, herhalde,
"İhtiyarımla acep ben hiç olur muydum tabib Ger bileydim tabibin (alemin) bunca pervasız (devasız) hasmını (derdini)" diye yazardı.