"Nasıl yaşamalıyız?" Bu, bence, yaşayan en önemli ahlak felsefecilerinden biri -belki de birincisi- olan Peter Singer’ın kitaplarından birinin başlığı, "How are we to live?" Farklı şekillerde de tercüme edilebilecek bu soru cümlesini kitabın içeriğine en uygun olan bu olduğundan bunu tercih ettim.
Singer, küçük boyutlu ama bir o kadar da "fikir" dolu eserinde sayfalarca sorular sorup cevaplar vermiş. Ahlaklı olmayan bir yaşam sürmenin dezavantajlarını sıralayıp, ahlaklı bir yaşam sürmenin avantajından ve konforundan bahsetmiş. Bu sorunun biraz değişik şekli olan "Neden ahlaklı olmalıyız?" sorusu benim tıp fakültesi öğrencilerine sıkça yönelttiğim sorulardan birisi.
Ahlakı farklı şekillerde tanımlamak mümkünse de, "Herhangi bir toplumda zaman içinde oluşmuş ve herkesin uymak ile kendini yükümlü hissettiği, uyulmadığında cezasının en hafifi ile ayıplanma’ olduğu kurallar manzumesi." olarak ifade edebiliriz. Dolayısıyla ahlak görecelidir, zamandan zamana, yerden yere ve kişiden kişiye göre değişir. Ahlaki kurallar uyulması halinde kişiye söz konusu toplum içinde olumlu bir statü kazandırırken, uyulmadığı durumlarda kişi ayıplanır, bazen de toplumdan dışlanır.
Ahlak kurallarının "göreceli" ve "değişken" olması ile yaptırımının, özellikle günümüz modern toplumlarında "caydırıcı" olmamasından dolayı bu tür toplumlar "ahlak kuralları" ile değil, "hukuk kuralları" ile idare edilir. Hukuk kuralları ile yönetilen toplumlarda eylemlerin kişilere yönelik olanlarının (hakaret, küfür, tehdit, aşağılama, darp, çalma, aldatma -ihanet vs.) cezalandırılması "şikâyete bağlı" iken, ahlaki toplumlarda bunların her biri "toplumu ifsat etme" potansiyelinden dolayı şikâyete bağlı olmaksızın cezalandırılır. Yani, kınanır, ayıplanır, bazen de kişi toplumdan dışlanır.
Her iki sistemde de ahlak dışı veya yasa dışı eylemin cezalandırılması için kişinin bu eyleminin başkaları tarafından görülmesi -yakalanması- gerekmektedir. Örneğin; çalmak ahlaken de hukuken de yasaklanmış bir eylemdir. Fakat çaldığınız kimse tarafından bilinmez ve görülmez ise bunun cezai bir karşılığı yoktur. İhanet de böyle bir eylemdir. İhanet ortaya çıktığında ahlaken ayıplanır, hukuken ise (şikâyet halinde) boşanma sebebidir. Ama yeterince mahirseniz ve "yakalanmazsanız" yaptığınız yanınıza kâr kalır. Fakat her iki durumda da siz başkaları nazarında olmasa bile özünüzde -mutlak manâda- "hırsız" (çalan) ve "hain" (ihanet eden) sinizdir.
Etik derslerinde meşhur bir sorudur: "Bir kişiye 5 milyon dolar miras kalsa. Fakat kişi bu mirastan hiç haberdar olmasa ve haberdar olması da mümkün olmasa. Siz, miras bırakanın avukatı olarak bu paraya el koysanız miras kalan kişiye kötülük yapmış olur musunuz? Yani, kişinin varlığından haberdar bile olmadığı bir malını çalmak hırsızlık mıdır?" Örnek hekimlikten de verilebilir. Hastanın bilmesi mümkün olmayan bir hata veya yanlışı yapmak hekimi "kötü" yapar mı? Hastanın itiraz edemeyeceği açıklamalar yaparak hastadan fazla para almak/gereksiz tetkik yapmak/lüzumsuz ameliyata almak hekimi "hırsız" yapar mı?
İşte Singer, "Nasıl yaşamalıyız?" sorusunun cevabını ararken bunları sorguluyor. Bizlerin "iyi", "dürüst", ahlaklı’ olmasını karşımızdaki ve çevremizdekilerin bizi nasıl gördüğü mü belirler, yoksa bizim "özümüzde"/"mutlak manada" nasıl olduğumuz mu?
Tahmin edeceğiniz üzere bunları bana bir siyasetçinin başına gelenler çağrıştırdı. Ortaokul-lise arkadaşımın (Aslı Baykal) babasının, daha doğrusu kendisi ve ailesinin bu duruma düşmesi bana büyük bir üzüntü verdi. Belki bu olay bizi Singer’ın sorusunu bir kez daha kendimize sormamıza vesile olmalı. Yanlıştan dönmek, nedamet getirmek, "adam gibi" yaşamak için illa elaleme reklam olmamız mı gerekiyor? "Nasılsa yakalanmam." demek ve bunun verdiği cesaretle yanlış üstüne yanlış yapmak biraz cahil cesareti olmuyor mu? Söz konusu siyasetçiye kurulan tuzak adice ve kalleşçe, ama kurulan tuzak eylemin yanlışlığını (Eğer iddia edilenler doğruysa) ortadan kaldırır mı? Kameralar olmasa, olayları kaydetmese, kimse bunu bilmese yapılan eylem aklanacak mıydı? Kaldı ki bütün tek tanrılı dinler aynı şeyi söylemiyor mu? Onların ifadelerine göre yaptığımız her şey kayıt altına alınıyormuş ve "hesap günü" bizlere bütün insanların huzurunda izletilecekmiş. Belki de bu bir hurafedir. Ne "kayıt" vardır ne de "hesap günü." Ama ya varsa!
En iyisi güvenli tarafta olmayı tercih edip ahlaklı bir yaşam sürmek, siyasetçi de olsan, hekim de olsan, asker de olsan, hakim-savcı da… "Yakalanmazsam mesele yok" düşüncesiyle değil, özünde ahlaklı olarak yaşamalı. Singer da tam olarak bu olmasa da, buna benzer bir sonuca varıyor "Nasıl yaşamalıyız?" sorusunun cevabını ararken.
Rahmetli bir büyüğümün bana nasihat ettiği gibi; "Yaşamının her anına dikkat et, muhsin ol, unutma ki, sen onu görmesen de o seni hep görüyor ya…"