Geçen hafta ülkemizin farklı üniversitelerinden farklı disiplinlerden 15 bilim insanı cehalet duvarında hüsrana uğramıştır. Gittiğimiz bir dava için yapılan bilirkişilik görevlendirmesinde davacı taraf ve avukatlarının her bilim dalına ait eksik ve yetersiz bilgisi bizleri aydınlatmıştır. Bu sayede kendi bilgimizi sorgular hale geldik. Hiç bir soruya cevap veremedik. Sınıfta kaldık. Tamamen sus pus olduk. Birbirimize bakarak ne diyeceğimizi bilemedik.
Aslında her şey güzel de başlamıştı. Ancak, öğle yemeğini yedikten sonra gittiğimiz keşif alanında davacı yöre insanı ve gönüllü avukatı bizlere her bilim dalına ait oldukça bilimsel dersler verdiler. Tamamen farklı bir bakış açısıyla.
Bizler değil miydik, herkese bir şeyler anlatmaya çalışan. Her ortamda kendi konumuz ile ilgili bir şeyler paylaşmak isteyen. Bilgimize güvenerek, ahkamlar kesen biz değil miydik. Açıkçası ben kendimi ve bunca yıl aldığım bilimsel bilgileri sorgulamaya başladım.
Dört yıl Lisans, üç yıl Yüksek Lisans ve altı yıl Doktora. Ardından altı yıl Yardımcı Doçentlikten sonra yaptığımız çalışmalarla Doçent olduk. Beş yıl sonra Profesör olarak atandık. Toplamda bakıyorum, bu meslekte bil fiil 23 yılım geçmiş. Bilim alanımla ilgili bir şeyler karalayabilmek ve bir şeyler söyleyebilmek için bunca yıl çalışmışız. Ama gel gör ki bilimselliğiniz sıradan bir kişi tarafından yok sayılabiliyor.
Dedim ki içimden: “Şu devletin işine bak. Üniversitelerde yüzlerce öğrenciye Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora dersi veren biz bilim insanlarına hiç bir bilimsel vasfı olmayan kişilerce dersler verdirdi.” Hem de hiç bir bilgi birikimi olmayan, o bilimsel alana ait hiç bir donanımı ve ehliyeti olmayan kişilerden toplamda farklı bilim dallarına ait. Üstelik aynı anda. Hepimize ayrı ayrı ve yoklama alır gibi sıradan geçirerek. Burnumuz bayağı bir sürtüldü. Ayaklarımız yere değdi artık.
Bilim alanınızla ilgili verdikleri bilgiler karşısında duyduğunuz şaşkınlığı üzerinizden atıp “sizin bu söyledikleriniz hatalı, eksik, bilimsel değil” dediğinizde sizin bu alandaki bilginizi eksik dahi bulabiliyorlar. Hatta sizi bu alanda cahil görebiliyorlar. Daha da ileri giderek sizi reddediyorlar. Bilim dışı ilan ediyorlar.
Kendilerini 15 bilim alanında doçent ve profesörlere söz söyleyebilecek donanımda görebiliyorlar. “Siz de kimsiniz. Biz her şeyi biliriz.” diyebiliyorlar. El İnsaf artık.
İçinizden “Senin bilgisizliğin bana da bu topluma da zarar veriyor” diye haykırmak geçiyor. Ancak, bilimsel edebiniz buna da izin vermiyor. Aklınızdan Gazali’nin “Cahille sakın tartışmayın, asla kazanamazsınız” sözü geçiyor. Biraz ferahlıyorsunuz. Diğer yandan, Fuzuli’nin “Söylesem kar etmiyor, sussam gönül razı değil” sözü aklınızdan geçerken çaresizlik içinde kıvranıyorsunuz. Neyse ki, Yunus Emre’nin;
İlim İlim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen endini bilmezsen,
Bu nice okumaktır.
dörtlüğü ile
Girdim ilim meclisine,
Eyledim kıldım talep,
Dediler ilim geride,
İlla edep illa edep
dörtlüğünde avunuyorsunuz. Allahtan en sonunda keşif bitiyor, gerekli belgeleri imzalıyor, zulümden kurtuluyorsunuz. Herkes kendi üniversitesine doğru hüsran içinde yol alırken bunun bir rüya olması için dua ediyor.
Ama çok geç, gerçeklerle karşı karşıyasınız. Bu bir rüya değil, kabus.
2 yorum
Değerli kardeşim, siz yine de tek doğru yol olan bilimden şaşmayın, cahillere ödün vermeyin derim. Atatürk’ün şu sözünü hatırlayalım: “Günün birinde benim söylediklerim bilime ters düşerse, bilimi seçin.”
Sayın hocam,
Teşekkür ederim hatırlatman için.
Bilimin yolunda gideceğiz.
Saygılarımla.