Sevgi; hayatın en büyük gerçeği. Her şeyin varlık sebebi ve her hareketin ilk itici gücü. Her şey sevmekle başlar. Hayvan da olsa insan da olsa bu değişmiyor. Ama sevmek en çok insana yakışır ve ‘doğru sevgi’ en çok insanda değerlidir. Çünkü hayvanlar neyi sevip neyi sevmeyecekleri konusunda özgür değildir. Doğa (veya Yaratıcı) onların neyi sevecekleri duygusunu onların varlıkları içine dercetmiştir. Ama insan öyle mi? O, varlık sahnesine ilk adım attığı anda her şeyi sevmeye hazırdır. Zaman içinde aile, okul, çevre ve de ‘hayat’ onun neleri seveceğini belirler.
Pek çoğumuz belli şeyleri sevme konusunda şartlandırılarak hayata hazırlanırız. Anne-baba sevgisi, kardeş sevgisi, evlat sevgisi, arkadaş sevgisi, okul sevgisi, öğretmen sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi, insan sevgisi, Allah-Peygamber sevgisi, vs… Sonra onların yerini başka sevgiler alır. İşte bugün insanlığın, ülkemizin ve sağlık sisteminin yaşadığı bütün sorun ve sıkıntıların altında yatan sebep de bu: Sevilmesi gerekenleri sevmemek. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse “Sevgi Sapkınlığı”. İsterseniz biraz aynaya bakalım.
Biz;
Ana-babalarımızı sevmez olduk. Yalnız yaşayan yaşlılar ve huzurevlerinin sayısı gittikçe çoğalıyor. Artık bayramlar onların ellerini öpme, dualarını alma vesilesi değil, tatile çıkıp kendimizi eğlendirme fırsatları. Kardeşlerimizi sevmez olduk. Her birerimiz meslek sahibi olup, evlerimizi ayırdıktan sonra aramaz olduk artık onları. İletişim çağında yaşamakla övünüyoruz. Bayramda veya tatilde yanlarına gidilmediği kesin; en son ne zaman kardeşlerinizle haberleşip hatırlarını sorup, dertlerine ortak oldunuz? Evlatlarımızı da sevmez olduk. Duyar mıydık daha önce bu kadar çok çocuklara karşı şiddet ve taciz? Bırakır mıydık eskiden de çocuklarımızı böylesine başıboş ve ilgisiz? Kaçımız biliyor bugün çocuğumuzun kimlerle görüşüp, iyi (veya kötü) neler yaptığını? Kaç çocuk anne babasının kendi rahatı ve refahından fedakârlık etmemesinin kurbanı olup ‘kardeşsiz’, tek başına büyümeye mahkum ediliyor? Arkadaşlarımızı sevmiyoruz. Onlarla kavga ediyor, onları bıçaklıyor, onları yalnız bırakıyoruz. Biraz daha büyüyünce onların arkalarından dolaplar çeviriyor, onlara iftira atıyor ve onların yerlerine göz dikiyoruz. Öğretmenlerimizi sevmiyoruz. Onlarla alay ediyor, hakaretler savuruyor ve birde bununla gurur duyuyoruz. Bize bir şey öğrettikleri için onları sevmek yerine onları her fırsatta küçük düşürmeye çalışıyoruz.
Biz vatanımızı da, devletimizi de sevmiyoruz. Vergi kaçırmak için muhasebeciler tutuyor, elektrik kaçırmak için yollar arıyoruz. “Devletin malı deniz, siz de yemez misiniz?” diyor, menfaatimize ilişen en ufak bir düzenlemesine karşı ‘isyan’ ediyoruz. Askerden kaçmak, radardan kaçmak, vergiden kaçmak, polisten kaçmak, hapisten kaçmak, okuldan kaçmak, işten kaçmak ‘bir marifet’, iyi vatandaş olmak ‘saflık’ olarak kabul edilir oldu.
Biz işimizi de sevmiyoruz. Sorun bakalım etrafınızda kaç kişi yaptığı işten memnun. Kaç kişi yaptığı işin hakkını vermeye çalışıyor, kaç kişi sadece mesaiyi doldurmak için işinin başında?
İnsan sevgimiz de yok bizim. Onlara her fırsatta zarar veriyor, canlarına kıyıyor, bundan da üzüntü ve eziklik duymuyoruz.
Allah ve Peygamber sevgisine hiç değinmeyeceğim. Zira onlardan öylesine uzaklaştık ki, değil onları sevmek, onlardan söz edenleri bile sevmiyoruz. En hazini de, onların ne dediğine kulak vermeyenler değil ama, onların yolunda olduğunu söyleyenlerin yaptıkları. Evet, intihar bombalarından, mezhep savaşlarından, cahillikten, kadına karşı gösterilen hürmetsizlikten ve geri kalmışlıktan söz ediyorum.
Hep, dilimize ve kültürümüze kim tarafında sokulduğu bilinmeyen çirkin lafları terennüm ediyoruz; “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Düşenin dostu olmaz”, “Gemisini yürüten kaptan”, “Tırnağın varsa başını kaşı”, “Bal tutan parmağını yalar” gibi…
Sevgisiz bir toplum olduk demek geliyor insanın içinden ama sevdiğimiz şeyler o kadar çok ki. Rahatı seviyoruz, şöhreti seviyoruz, gücü seviyoruz, makamı seviyoruz, menfaatimizi seviyoruz ve en çok ama en çok da parayı seviyoruz… İşte bu yüzden ‘sevgisizlik’ yerine ‘sevgi sapkınlığı’ diyorum. Öncelikle sevmemiz gereken şeyleri terk ettik, başka sevgiler girdi beynimize ve gönlümüze. İşte o yüzdendir bıçak paraları, sahte kupürler, gereksiz tetkik istemeler, kadına prostat ameliyatı, erkeğe doğum yaptırmalar. Bunun içindir mecburi hizmetten kaçmalar, eşe dosta kadro açmalar, asistana ameliyat yaptırıp performansın üzerine yatmalar. Hep bundan dolayıdır meslektaşından bile para kopartmaya çalışmalar, asistan ve öğrenci yetiştirmeyi zaman kaybı sayıp muayenehanelere koşmalar ve yalnızca ucunda para varsa coşmalar.
Yalnız biz hekimler değil, bütün bir millet olarak ‘sevgi sapkınlığı’ içindeyiz. İstisnalar, zaten hep vardır. Biz sevilmesi gereken duyguları ve erdemleri sevmeyi unuttuk. Sevdiğimiz tek şey kaldı o da para. İşte bu yüzden bu haldeyiz. Ama ümitli olmaktan başka çaremiz yok. Ümit edilir ki bu bataktan yine sevginin kanatları ile kurtulacağız. Ne demiş ozan; dünyayı sevgi kurtaracak, insanı sevmekle başlayacak her şey…