Doğru bir kararla Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur gibi farklı sosyal güvenlik kurumlarından hizmet alan vatandaşların tek çatı altında toplanması sonucunda, ülkede sağlık harcamalarının neredeyse tamamına yakınını kontrolü altında tutan dev bir kurum ortaya çıktı: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK).
SGK’nın varlık sebebi, her vatandaşın sağlığını güvence altına almaktır. Bunun doğal sonucu olarak, elbette hastaların ihtiyaçları, talep ve beklentileri her şeyden önce gelmelidir. Diğer kaygı ve etkenler, “ihtiyacı olan herkesin, zamanında, nitelikli, onurlu ve hakkaniyet içinde sağlık hizmeti alması” hedefinin önüne geçmemelidir. SGK, ülkenin sağlık harcamalarını azaltmak, sağlık bütçesini denkleştirmek, giderleri kısıtlamak gibi hedeflere kilitlenirse, asıl işleviyle rekabete başlamış demektir. Elbette sağlığa ayrılan kaynaklar etkin ve verimli kullanılmalıdır. Ama asıl öncelik, giderleri azaltmak değil; en etkin ve nitelikli hizmeti, en uygun maliyetle sunmaktır.
İdeal bir sağlık sistemi, hizmeti alan (hasta), hizmeti sunan (sağlık kurumları) ve hizmeti finanse eden (SGK) sacayağının dengeli olmasıyla elde edilebilir. Bu taraflardan biri devre dışı kaldığında dengeler bozulur. Finansmanı sağlayan taraf, giderleri kısmak eğilimiyle, hastaların ve sağlık kurumlarının gereksinimlerini dikkate almadan, belirleyici olursa, sağlığı tehdit eder hale gelebilir. Bu bakımdan hizmeti sunanlar ile alanların yaşadığı sorunlar ve mağduriyetleri dikkate almayan tek taraflı dayatmalar yerine, bu sacayağının temsilcileri bir araya gelip uzlaşıyla karar almalıdır. SGK hangi hizmetleri, hangi koşullarda, kimden ve nasıl almak istediğini, sağlık kurumları kimlere, hangi hizmetleri, hangi koşullarda ve nasıl verebileceklerini ve hasta tarafı da hangi hizmetleri, hangi koşullarda, nerelerden ve nasıl almak istediğini açıklamalı ve orta yol bulunmalıdır.
Sosyal devletin olmazsa olmazı: Eğitim, sağlık, güvenlik ve adaletin herkese hakkaniyetle sunulmasıdır. SGK’nın kararları, Devletin bu temel işlevini ne ölçüde yerine getireceğiyle doğrudan alakalıdır. Böylesine önemli kararlar, sınırlı sayıda bürokrat tarafından verilmemelidir. Halka hesap verme durumunda olan politik irade, işi SGK’ya havale etmemeli ve sağlığa ulaşımın sınırlarını ve koşullarını, tüm tarafları sürece katarak kendi belirlemelidir. Kanımca SGK’nın yayınladığı Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT), sağlık kurumlarını ve sağlık sistemini ciddi olarak tehdit etmektedir. Hasta güvenliğini riske atmaktadır. Sağlığa erişimi kısıtlamaktadır. Hastaların hekim ve sağlık kurumunu seçme hakları elinden alınmaktadır. Vatandaş, adeta hülle yoluyla bir haftalık eğitimle aile hekimi adı verilen pratisyen hekimlere yönlendirilip, hastanelerin kapısı hastalara kapatılmak istenmektedir.
Birinci basamağın etkinleştirilmesi yerinde bir karardır. Ancak böyle bir uygulamadan önce, birinci basamağın bu yükü kaldırabilecek şekilde güçlendirilmesi ve toplumsal talebin yönünün kademeli olarak hastanelerden birinci basamağa doğru yönlendirilmesi gerekirdi. Oysa Türkiye’de aile hekimliğine yeni geçilmekte olup, bu yükü üstlenebilecek aile hekimliği uzmanı henüz olmadığı gibi, çok yakın geçmişte sevk sistemi kaldırılarak, herkesin doğrudan ikinci ve üçüncü basamağa başvurabilmesinin önü açılmıştır. Köylere kasabalara varıncaya kadar hastaneler inşa edilip, uzman hekimler atanmıştır. Her yıl binlerce hekim, uzmanlık eğitimine alınmaktadır. SGK’nın yeni getirdiği sevk zorunluluğuyla, yapılagelen bu uygulamalar tamamen tezat oluşturmaktadır. Madem sağlık hizmetlerinin yükü ikinci ve üçüncü basamaktan birinci basamağa kaydırılacaktı, neden buna uygun bir geçiş süreci işletilmedi?
Yine “Vaka Başı Ödeme”, “Tanıya Dayalı Ödeme” uygulamalarıyla hekimler ve hastaneler, hastaya gereken tetkik ve işlemleri yapmaktan alıkonmaktadır. Artık güvenli ve etkin olan yerine, ucuz ve karlı olanın tercih edilmesi istenmektedir. Özellikle riskli ve komplike vakaları karşılayan, eğitim veren, üstün/kaliteli hizmet üreten ve neredeyse tüm giderlerini döner sermayeden temin etmek durumunda olan üniversite hastaneleri aleyhine bir süreç ortaya çıkmıştır.
Sağlığın önemli ölçülerde suistimal edilebilir bir alan olduğu bir gerçektir. Sıradan bir ihtiyaç değil, bir hak olarak algılanan sağlık hizmetleri, hemen her ülkede farklı argümanlar kullanılarak sosyal adalet anlayışıyla finanse edilmektedir. Bu durum, tanınan hak ve yetkilerin kötüye kullanımını kolaylaştırmaktadır. Çare: Sağlıkta denetimin aktif ve sürekli bir biçimde gerçekleştirilmesidir. Ne var ki SGK, denetleme görevini yapıp, yanlış yapanın yakasına yapışacak yerde, kurunun yanında yaşı da yakacak genel kısıtlamalar yaparak suistimalleri önlemeye çalışmaktadır. Her kurum ve her hekim, adeta kötü niyetli birer potansiyel suçlu gibi görülmektedir. Örneğin, hastalarına gereksiz ve tıbbi endikasyon dışında tetkik veya ilaç yazarak faturayı kabartan hekimleri (!) bulup cezalandırmak yerine; tüm hekimlere “Bir reçeteye sadece dört kalem ilaç yazabilirsin, her ilaçtan bir kutu yazabilirsin, her hekim her ilacı yazamaz” gibi reçeteleme konusunda sınırlamalar getirmek veya “Bir hastaya ne tetkik yaptırırsan yaptır sadece sabit bir ücret öderim” diyerek hekimin elini kolunu bağlamak bence makul değildir. Yanlış teşhis ve tedavilere neden olabilecek, etik ve hukuki olarak hatalı bir uygulamadır.
Ya da hayali hastalar ve gereksiz tetkiklerle Sosyal Güvenlik Kurumunun bütçesini hortumlayan kurumları (!) tespit edip, bunlar hakkında hukuki işlem yapmaktansa; fiyatları tırpanlayıp, çok çeşitli argümanlarla kısıtlamalar getirip ödemeleri sınırlayarak bütçeyi dengelemeye çalışmak sorunlu bir yaklaşımdır. Örneğin, hizmet alırken akreditasyon ve standardizasyonu hiç önemsemeyen SGK’nın, yetersiz teknikle yapılmış olsa bile, hiçbir istisna ve tıbbi endikasyonu dikkate almadan, işlem tekrarı için sabit süre geçmesini şart koşması, hasta güvenliğini tehdit etmektedir. Ayrıca SGK’nın tespit ettiği fiyatların, hangi rasyonel hesaplara dayandığı da belli değildir. Örneğin bir şeker hastasının ayaktan muayene ve tetkikinde asgari olarak yapılması gereken tetkikler ve bunların maliyetleri hesaplanmadan, endokrin polikliniği için vaka başı ödeme uygulaması getirmek sizce makul müdür? Sağlıkta esas olan giderleri azaltmak değil; kaynakları etkin ve verimli kullanmaktır.
Tek belirleyici olmadığı sürece, bir finansman kurumunun giderlerini azaltmaya dönük çabalarını anlayışla karşılayabiliriz. Sağlıkta kararlar, sağlık hizmeti veren taraf (Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, özel sağlık kurumları, uzmanlık dernekleri, tabip odaları, eczaneler, medikaller gibi) ile bu hizmeti alan tarafın (hasta ve hasta yakınları, hasta örgütleri) sorunları, ihtiyaç, talep ve beklentileri dikkate alınarak verilmelidir.