On beş gün kadar önce Tunceli\’nin Nazimiye ilçesi Sarıyayla Karakolu’nda "canımızdan" 4 parça daha kopardılar. Bir grup şaki gece yarısından sonra "göstere-göstere" geldi ve basıverdi "düz ovaya" kurulmuş karakolu. Pek çok karakol gibi o da "ödeneksizlikten" ve "imkânsızlıktan" dolayı yetersiz ve korunmasızdı. Direnmeye çalıştı "ana kuzuları", "Nasılsa bize yardıma yetişirler" ümidi ile. Ama hava sisli ve yağmurluydu. Vaktinde gelemedi "silah arkadaşları". Önce karakol komutanı içti şehadet şerbetini, eşkıyanın sıktığı kurşun ile. "Kınalı kuzuların" ellerine uçan kuşun terinden nem kapan, yağmuru görünce "şişen" tüfekler vermişlerdi. Beyni yıkanmış şaki ise suyun içinde kurşun sıkabilen otomatik silahlarla teçhiz edilmişti eli kanlı "sponsorları" tarafından.
"Silahlı kuvvetler" 6 saat sonra gelebildi. Ama geldiklerinde kendilerinden önce gelen "silahsız kuvvetler" olduğunu gördüler.
Onların silahları, tankları, tüfekleri, helikopterleri, lojmanları, emrinde onlarca "çalışanları", yazları kampları, kışları gazinoları yoktu, ama görev aşkı ve mangal gibi yürekleri vardı. Onların hepsi erkek değildi, ama bazı erkeklerden çok daha civanmert edaları olan kadınları vardı. Onların urbalarında yıldızları da yoktu, "özel" okullarda okuyup, "özel" mezuniyet törenlerinde "pırıltılı" elbiseler de giymemişlerdi. Onların isimleri 50-60 yıl önce nereden bulunup da konulduğu belli olmayan isimlerden de değildi. Hepsinin adı "memleketimin insanlarının" adına benziyordu; ya Ayşe ya Hasan ya Ahmet ya Mahmut ya da Mustafa. Onların çoğu oralara mecburi hizmetle gönderilmiş ve yokluğa ve çaresizliğe mecbur bırakılmıştı. Hiçbir zaman bazı imtiyazlı devlet memurları gibi arkalarında lojmanları, gazinoları, "aşçıları" ve kendisi ve ailesi için kullanabilecekleri resmi araçları olmamıştı. Onlara, her şartta ve durumda sahip çıkan bir "amirleri" de yoktu. Onların amirleri onları "paracı", "iş kaçkını" veya "hazırcı" diye yaftalar, sonra da hizmet verdiği insanların önüne atardı. Onların amirleri başka "amirler" gibi kendi personeline toz konduranları "hain", "haddini bilmez" diyerek azarlamaz, personeline yan bakanı da tehdit etmezdi. Onlar hem "ölesiye" hizmet verir hem de günü birlik hakaret işitir, dayak yerlerdi.
Onlar T.C. sağlık ordusunun fedakâr çalışanlarıydı. "Silahlı kuvvetlerin" her türlü imkân ve teçhizatına rağmen gidemediği yere bu "silahsız kuvvetler" "minibüsten bozma" bir ambulansla gitmişlerdi. Belki cesaretleri "cehaletlerinden" gelmekteydi. Onlar düşünmemişti yolda mayın döşelidir, eşkıya pusu kurmuştur, yollar sistir-dumandır, yağmur yağar, teker kayar diye. Belki de onlar zaten alışkındır her türlü tehlikenin üzerine tek başına gitmeye, hastanın ve hasta yakınının karşısına tek başına çıkmaya, gece karanlığında nöbet tutmaya. Onlar hiç alışmamıştır nöbette çaylarının, çorbalarının ayaklarına gelmesine, dondurucu soğukta "elemanlar" dışarıda dolaşırken kaloriferin başında bulmaca çözmeye. Bilirler bir hata yaparlarsa başhekiminden başlayarak, ta Bakanına, hatta Başbakanına kadar onun "tepesine bineceğine". Birileri gibi rahat değildir, "Nasılsa bir yanlışım olsa üstüm’den başlayarak, en üstüm’dekine kadar hepsi beni korur kollar" diye.
Tunceli’de yaşanan bu olay hepimizi bir kez daha düşünmeye sevk etmeli. Ne kadar yüce bir camianın mensubu olduğumuzun, pek çok meslek mensubuna göre ne kadar fedakârca çalıştığımızın ve bir o kadar da sahipsiz olduğumuzun.
Vali bey meslektaşlarımızı bu kahramanlıkları ve cesaretleri nedeniyle kutlayıp ödüllendirmiş. Kendisine şahsım ve meslektaşlarım adına teşekkür ediyorum. Bu yazıyı yazdığımda olayın üzerinden 5 gün geçmiş ve "silahsız kuvvetlerin komutanından" henüz bir ses çıkmamıştı. Eminim bir ihmal veya bir aksaklık şüphesi olsa bizim "komutan", hekim, hemşire ve diğer personelinden hesap sormak için herkesten önce harekete geçerdi. Ne diyelim Allah "silahsız kuvvetlere" de personeline sahip çıkan, "halk kahramanı" olmak kadar meslektaşlarının medarı iftiharı olmayı tercih eden bir "komutan" nasip etsin.
Not: Onların Aktütün Karakolu baskını sonrası yayınladıkları Basın Bildirisi hâlâ ortada durduğundan ve bu Bildiri ile şehit olan Mehmetçikler ile kimleri eş değer tuttuklarını izhar ettiklerinden, geride kalan Mehmetçiklerin hayatını kurtaran "silahsız kuvvetleri" takdir etme yönünde meslek örgütünün sessizliğine hiç şaşırmadım.