Bir kişiyi, bir kurumu ya da bir ülkeyi itibarsızlaştırmak mümkündür. Ülkemizde eskiden kişisel olarak yapılan itibarsızlaştırma, uzunca bir süredir sistematik şekilde yapılmakta. Dilimizde “köyün buzağısı dana olmaz” diye bir deyim bile vardır. Köyden, kasabadan biri büyük şehirlere gidip okuyup döndüğünde anında küçümseme, hor görme ve itibarsızlaştırma başlar. Eğitim sonunda, toplumda belli bir statü kazanmış olsalar dahi bu tarz davranışlar değişmez. Yakınları isminin sonuna “bey” eklemeyi dahi bir türlü bilemezler. Onlar daima çok eskide kalan anıları düşünürler. Adı Mustafa olsun; o hâlâ köyün yırtık donlu, sümüklü Mustafa’sıdır. Bir türlü bey olamaz. Erkeklerde böyle de kadınlarda farklı mı? Hayır, onlarda da hiç fark etmez. Oda saçı kirli, yırtık pabuçlu Aysel oluverir.
Dışarıdan gelen bey; köyden, kasabadan yetişen değil. Adam okumuş, öğretmen, hâkim, subay ya da doktor olmuş. Olmuş da ne olmuş, o bizim küçük sümüklü Mustafa değil mi?
Arada bir olaylar tersine döndüğünde, iki yüzlülük ve çıkar hesapları devreye giriverir. İşleri düştüğünde bizim sümüklü Mustafa birden bey oluverir. Maalesef toplumun en azından bir kısmının yapısı böyle.
İki insan, bir olay nedeni ile karşılaştığında genel yaklaşım karşıdakini küçümsemektir. “Kaç paralık adamsın,” “sen kimsin,” “sen benim kim olduğumu biliyor musun,” “senin dayın kim” gibi aşağılayıcı sorular bir çırpıda ağızlardan dökülüverir. Bu türden işler halk arasında zaten hep var olagelmiş. Ancak devlet büyükleri ve idareciler tarafından sistematik olarak yapıldığında, birden medyada, TV ekranlarında duyulur ve izlenilir olduğunda, belli kurum ve kişilere karşı istenmeden sistematik itibarsızlaştırma başlatılmış olur.
Bu türden işler önce devlet memurlarına, doktorlara, polise, trafikçiye, gardiyana, zabıtaya, hatta öğretmenlere karşı bile başlatıldı. Belli meslekler özellikle “parasız elini bile oynatmıyorlar,” “rüşvet alıyorlar” denilerek sistematik olarak suçlandı. Bu işler maalesef dün, bugün başlamadı. Yıllardır yapılıp geldi. Cumhuriyet kurulduğunda böyle değildi. Ne zaman ki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik kriz başladı ve dış yardım gelmeye başladı, işte ondan sonra başladı.
“Ben orduyu astsubaylarla da idare ederim,” “Odunla bile mebus yaparım” şeklindeki rahmetli Menderes’in sözleri, “Ucundan tutun da bayrağı kaldıralım diyorum, doktorlar kaç para vereceksin diye soruyorlar” şeklindeki rahmetli Evren Paşa’nın sözleri ve “Benim memurum işini bilir” şeklindeki Turgut Özal’ın sözleri, bu yaklaşımın örnekleridir. Geçmiş zamanda bir bakan hastaneyi ziyaret ediyor, herkesin gözü önünde başhekimi fırçalıyor. Bir başkası büyükelçiyi, diğeri de emniyet müdürünü. Müdür, hazır ol durumunda bekleyen emrindeki memurunu tokatlıyor. TV’de tüm millet anında izliyor. Olmaz arkadaşlar olmuyor. Ziyaret ve teftişlerin, kişisel tatmin aracı olmadığını öncelikle idarecilere öğretmek gerekiyor. Gücünüz ne kadar büyük, boy pos ne kadar uzun, görüntünüz ne kadar haşmetli olsa da toplumun önünde başınızı eğmek zorunda olduğunuzu unutmamak lazım. Zira “en büyük güç, toplumun kendisindedir.”
Üniformayı toplum olarak sever ve daima hürmet ederiz, hürmet edilmesini herkesten de bekleriz. Askerin, polisin üniforması, hâkim ve avukatın cübbesi, doktorların beyaz gömleği. Toplum olarak, yıllar içinde giderek sistematik olarak itibarsızlaştırılmadık mı? Askerde poliste silah var, doktorların ise sadece steteskop. Doktora saldır, saldırabildiğin kadar. İşte olay bu kadar kolay ve basit.
Bizler, genetik olarak asker milletizdir. 15 Temmuz’dan sonra kışlaların önüne konulan kamyonlar vicdanları ne kadar sızlattıysa, içimizden bir doktor saldırıya uğrayıp yaralandığında, hatta katledildiğinde de o derece içimiz sızlamaktadır.
İlerisini gerisini hiç düşünmeden, bilinçsizce saldırarak yaraladığınız hekim, hâkim, itfaiyeci, polis ve askerden, günü gelir kendinizin sağlık ve güvenliği için yardım beklersiniz. Kurumları, meslekleri itibarsızlaştıra itibarsızlaştıra, hiç istemem ama toplum yara alır hatta yıkılmaya başlarsa, herkes gibi bu kötülükleri yapanlar da altında kalırlar. İhtiyacınız olduğunda ameliyat yapacak doktoru, uçağı kullanacak pilotu, fabrikayı işletecek ustabaşını, gemiyi kullanacak, füzeyi atacak askeri, hatta yangın söndürecek itfaiyeciyi bile bulamazsınız. Yöneticiler, idareciler, bilumum yöneticiler ve de necip milletimiz, durum maalesef böyle. Görenler görüyor, bilenler biliyor da görmeyenlere, görüp de anlamayanlara, bilmek istemeyenlere bir kez daha hatırlatalım dedik.