Siz hiç kültürel ağrı yaşadınız mı? Yani birisi kültürünüze karşı duyarlı olmayan, saldırgan ya da aşağılayıcı davranış gösterdiğinde bu davranış karşısında rahatsızlık, acı ya da başka bir olumsuz duygu deneyimlediniz mi? Utandınız mı? Yutkundunuz mu? Kendinizi kötü hissettiniz mi? Şaşırdınız mı? Nasıl yani dediniz mi? Bu kadar da olmaz ya dediniz mi? Demişsinizdir mutlaka. Peki, ne oluyor da insanlar farkında varmadan (!) karşısındakilere kültürel ağrı yaşatıyor?
Doğduğumuz aile aslında birçok şeyin belirleyicisi. Biyolojik özelliklerimiz, inanç sistemimiz (değiştirenler var elbette ama yaygın olan ailenin inanç sistemine dahil olmak), etnik yapımız, yaşam biçimimiz, iletişim özelliklerimiz ve daha birçok şeyin belirleyicisi. Ailemiz ve toplumsal kurumlar, kültürün de aracılığıyla fark etmeden usulca şekillendirir bizi. Farkına varmadan konuşmaya başlarız “bizde böyle yapılır, bizde böyle söylenir, bizde böyle düşünülür” diye.
Bu süreçte bazılarımız kültürlerarası farkındalığa, duyarlılığa, hoşgörüye, toleransa, empatiye, eleştirel düşünmeye, etkili iletişim kurma becerisine sahip bireylere dönüşürken, bazılarımız da kendisininkinden farklı kültürleri küçümseyen, ötekileştiren, damgalayan, ırkçılık yapan, klişe davranan bireylere dönüşürüz. Bu dönüşümler gelecekte bir sağlık çalışanı olarak birlikte çalıştığımız ekip arkadaşlarımıza, hastalarımıza, hasta yakınlarımıza ya da hizmet sunduğumuz sağlıklı birey ve topluma nasıl davranacağımızın da belirleyicisi olmaktadır.
Bunları neden mi anlatıyorum? Çünkü üniversiteye gelen öğrenciler bu dönüşümlerden geçerek geliyorlar bize. Hepsi aynı mesleki eğitimi almış olsalar bile eğitim öncesinde edindikleri davranış kalıpları aynı değil. Bu kalıp yargıları mesleki eğitim sürecinde değiştirmeye yönelik bir şeyler yapılmazsa, yani bu öğrencilere meslek hayatlarında karşılaşma olasılığı çok yüksek olan farklı kültürlere karşı kültürlerarası duyarlılık, farkındalık, daha da önemlisi kültürlerarası yeterlilik kazandırılmazsa gelecekte ne mi olur?
Sağlık çalışanı ile sağlık hizmeti verdiği birey arasında kocaman bir kültürel boşluk oluşur, kültürel çatışmalar başlar, kültürel şok yaşanır. Bir de ne mi olur; hizmet verdiğiniz hasta ya da sağlıklı bireyler kültürel ağrı yaşar. Kan naklini reddeden Yehova şahidi, eşinin onuncu gebeliğine sevinen Mormon, solunum yetmezliğine rağmen solunum cihazını reddeden Amiş, bebeğini kundakla paket haline getirmiş ve gözlerine sürme çekmiş anne, serumunu sürekli sol ele taktırmaya çalışan ya da başında Ganeş heykelini taşıyan Hindu, ameliyata giderken kolundaki bileziği çıkarmak istemeyen yaşlı Sih, terminal dönemde hastanede kendini reenkarnasyona hazırlayan Budist, ölmeden hahamını görmek isteyen Yahudi gibi şivesi, etnik yapısı, yaşam biçimi, cinsel tercihi, ırkı ve yanında taşıdığı kutsal objelerden dolayı küçümsenen hastalar da, hizmet alan sağlıklı bireyler de kültürel ağrı yaşar.
Eğer öğretim üyesiyseniz öğrencileriniz, yöneticiyseniz ekibiniz, araştırmacıysanız araştırmayı yaptığınız bireyler kültürel ağrı yaşar. Neden mi? Çünkü sizin kelimeler arasına yerleştirdiğiniz etnosentrik, bir kelime bir yaklaşım karşıdakini acıtır. Bazen de kelimeler cümleler arasına bile yerleştirilmez, direkt söylenir. Bazen de beden diliniz yaşatır karşıdakine kültürel ağrıyı. Bazen beraber çalıştığınız ekip yaşar kültürel ağrıyı, bazen hasta, bazen ise hasta yakını. Her birey kendine saygı duyulsun ister. Sizin doğrularınız her zaman karşıdaki için doğru olmayabilir.
11 yorum
Kaleminize sağlık sayın Gülbu hocam tüm agrilarimiz dindi diye düşünüyorum. Hiç bir kültürün ağrı yaşamaması dileğimle saygılarımı sunuyorum.
teşekkür ederim.
Gülbu hocam, emeğinize sağlık.
“Kültürel ağrı” çok etkileyici bir ifade olmuş. Acaba, biz hiç “kültürel ağrı” yaşattık mı? diye hepimizin kendisine sorması gerektiğini düşünüyorum. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bazen beden dilimiz, bazen bir kelime bu ağrıyı yaşatabiliyor karşımızdakilere.
Ayrımcılığın ve ötekileştirmenin olmadığı bir dünya diliyorum.
Saygılarımla.
Aslında çoğu zaman karşıya yaşattığımız şeyin kültürel ağrı olduğunu fark etmiyoruz bile. yorum için teşekkürler.
Kalemine sağlık arkadaşım. Bireysel düzeyde empati kurmanın önemi elbette önemli. Bir de bahsini ettiğin ağrının toplumsal düzlemdeki yannsımaları gözümüze gözümüze sokuluyor. 90’lı yıllarda başörtüsünden dolayı ümiversiteye giidememişti genç kadınlar. Acı olan odur ki bu kadınlar ve temssil ettikleri siyasal akım o günlerde yaşadıkları ağrıları misli ile yaşatmaktalar. Bunun kör bir dövüş, kısır bir döngü olduğunu anladığımız gün gerçek toplumsal barış inşa edilmeye başlayacaktır.
Teşekkür ederim Çağlar. Umarım bir gün tüm Dünyada insanlar düşüncesinden, yaşam biçiminde, inancından, ırkından dolayı ötekileştirilmediği, kültürel ağrı, sosyal acı yaşamadığı günleri de göreceğiz. Selamlar
Çağlar Bey, yorumunuz yazıya uymamış maalesef. Bir alaka kuramadım.
Gittikçe büyüyen bir uçurumun kenarındayız hepimiz. Hayatın her alanında yaratılan “biz” ve “ onlar” değil sadece bizi bütün dünyayı hızla yabancılaştırıyor. Genelde kabul gören ötekiler için kaygılarınızı yazmışsınız ama birde kabul görmeyenlerin yaşadıkları derşn ve şiddetli ağrılar var. İnsani bir noktadan baktığınız ağrıların tez zamanda dinmesi ümidimdir ve koca bir toplumsal ağrıya dönüşen farklılıkların ELBİRLİĞİ ile dindirilmesi elzemdir.
Sevgi ve dostlukla kal kıymetli hocam
Hocam yorumun beni düşündürdü…kabul gören öteki. Birey öteki olarak kültürel ve sosyal acıya maruz kaldığında bana göre kabul edilmiş olmaktan çıkıyor…Ama yine de bu konu üzerinde daha çok düşünücem. Çünkü kendi içsel değerlerimde benim için kültürel öteki yok. En azından olmaması için 20 yıldır uğraşıyorum. Yorum için çok teşekkür ederim. Çok değerli.
“Gel, gel ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol, yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı
değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”, “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya da
göründüğün gibi ol.” söylemleri Mevlâna’nın hoşgörü ile ilgili görüşlerini çok güzel yansıtmaktadır.
Teşekkür ederim hocam.