Merhaba…
Benim bu platformda merhabam yeni. Fakat ele alacağım konu “nispeten” yeni. Çünkü planlı eskitme artık bilinmeyen bir olgu değil. “Neden nispeten?” derseniz, ülkemizde ve dünyada sadece son birkaç yıldır konuşulan ve üzerinde düşünülen bir konu olduğu için derim. Zira 2018’de planlı eskitmeyi bir işletme stratejisi olarak ele aldığım kitabı yayınladığımda bu derece yaygın değildi. Çünkü “planlı” bir şey olması kulağa pek de hoş gelmediği, yani sanki tüketiciye yönelik tuzakmış gibi bir algıya sebep olabileceği için yerine çok daha “masum” bir terim kullanılmakta (idi): “Ürün hayat seyri”
‘Planlı eskitme’ terimi neden masum değil?
“Ürün hayat seyri” teriminin bizlere (sıradan bir tüketiciye) çağrıştırdığı şey, “her ürünün, tıpkı organizmalar gibi bir ömrünün olduğu”dur. Ürün piyasaya sürülür (doğar), satışları zamanla artar (büyür ve olgunlaşır), satışları azalır ve kar marjı düşer (yaşlanır) ve piyasadan çekilir (ölür). Bu süreç sonunda ürün eskimiş yani miadı dolmuş olur.
Böylece bizler eşyalarımızın doğal bir süreçte eskidiğini düşünürüz. Oysa süreç her zaman bu kadar masum işlemiyor. Her malzemenin doğal bir ömrü vardır ve eşyalarımız tabiatı gereği eskir, elbette. Fakat bu, o eşyanın üretiminde kullanılan malzemelerin doğal ömürlerinin tükenmesi sonucu oluşan eskime. Oysa mevzumuz ESKİME değil, ESKİTME!
İşte tüm bunları akla getiren kavram: PLANLI ESKİTME! Çünkü planlı eskitme stratejisi dediğimizde “Eskime de mi planlanıyor?” sorusuyla birlikte, şuurlu ve sorgulayan tüketiciler şu soruları sormaya başlıyorlar:
“Benim aldığım bir eşyanın;
– Ömrü boyunca hangi arızaları verebileceği,
– Nasıl deforme olacağı,
– Arızaların nasıl giderilebileceği, giderilip giderilemeyeceği,
– Bunun bana zaman-emek-para bakımından ne kadara mal olacağı da mı önceden planlanıyor?”
İşte tüketicilere bu soruları sordurduğu için masum olmayan / bilinmesi ve yayılması sakıncalı olan bir terim, planlı eskitme. Tanımı da bu sakıncasına işaret ediyor zaten, bakın: “Biraz daha yeni ve biraz daha iyi bir şeye, gerektiğinden daha erken sahip olma arzusunu tüketiciye aşılama stratejisidir.” Yani bu strateji vesilesiyle elimizdeki eşyaları eskimiş olarak kabul ediveriyoruz ve yenisini satın alıyoruz.
Aslında üretici işletmelerin yeni ürün geliştirme faaliyetlerini finanse etmeleri açısından oldukça mantıklı bir strateji bu. Zira Philip Kotler gibi bazı düşünürler, üretici firmaların ürün ve hizmetlerini sürekli olarak geliştirebilmeleri için planlı eskitme stratejisinin elzem olduğu görüşündedir. Bu görüş, Clay Shirky’de şöyle ifadesini bulur: “Kuruluşlar, çözümü bizzat kendi ellerinde olan sorunları çözmezler, bilakis sorunun devam etmesini sağlamaya çalışırlar.” Çünkü varlıklarını ve büyümelerini sürdürmelerinin en iyi yolu budur.
Yani bu stratejinin uygulanması ekonomik bir gerekliliktir, diyorlar. Peki gerçekten öyle mi?
Ekonominin çarkları dönsün diye…
Kullandığımız eşyaların ömrünün planlı olarak eskitilmesi o kadar kötü bir şey mi? Sonuçta bunların yenisini satın alanlar sayesinde ekonominin çarkları dönüyor. Arz- talep dengesi sağlanıyor, istihdam sorunlarına çözüm olanağı üretilmiş oluyor vs. Bunlar hem üreticiler hem tüketiciler açısından için iyi bir şey. Mi acaba?
Bu çıkarımlar doğru ama bir yere kadar. O yer, tüketicinin istek ve ihtiyaçlarının suiistimal edilmesine sebep olunan nokta. Bu noktadan ötesine geçildiğinde, bu stratejinin gerekçesinin ekonominin çarkını döndürmek olduğu söylenemez. Sadece işletme karlarını maksimize etmek olduğu söylenebilir.
Ayrıca bir de şu gözle bakalım: Örneğin 1 yıl sonra yeni modeli çıkacak bir cep telefonu üretmek (ya da satın aldığımız eşyanın 1 yıl sonra günümüz ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda olsa bile planlı eskitme yöntemleriyle kullanılamaz hale getirilmesi) demek, 1 yıl sonrası için çöp üretmek demek. Yani biz bu durumda sürekli olarak büyüyen bir teknolojik çöplük yaratmış oluyoruz. Çöp, dünyanın en büyük problemlerinden biri ve bir ülkenin refah düzeyiyle doğru orantılı. İnsanoğlu çevreye çöp üreten tek canlı!
Gerçekten çevresel atıklarımızı dert ediyor muyuz acaba? Kaçımız çöplerimizin geri dönüştürülüp dönüştürülemediğini merak ediyor? Kaçımız çöplerimizin türlerine göre ayrıştırma sistemine ve kültürüne toplum olarak neden sahip ol(a)madığımızı dert ediyor? Kaçımız bu çöpler ile israf arasındaki ilişkiyi görmezden geliyor?
Neden bu sorunları dert etmeliyiz biliyor musunuz? Çünkü planlı olarak eskitmeye maruz kalan eşyalarımızın, eskimesinin sorumluları, sadece o eşyaları üreten firmalar değil, aynı zamanda bizleriz!
Duyar gibiyim: “Eşyalarımızı planlı olarak eskitenler, onları üretenler ise benim ne kabahatim var?”, “Benim eskitilen telefonumun yenisini almaktan başka çarem mi var ki?” vb. yorumları…
Açıklık getireyim o halde…
Tüketiciler açısından hayati önem arz eden bir eşyayı örnek alalım: Evde, işte, sokakta, ulaşım araçlarında kullanmak zorunda olduğumuz ampul. Günümüzde ampulün piyasada olan LED, LVD, floresan gibi teknik özellikleri ve ömürleri birbirinden farklı türleri var. Hangisini satın alacağı tüketicinin tercihine bırakılmış durumda. Fakat hiçbirinde 121 yıldır yanan Shelby ampulündeki kadar, uzun ömürlü olmalarını sağlayacak teknoloji kullanılmıyor. İşte tüketiciler bu noktada, ömrü üreticiler tarafından belirlenen ampulleri kullanmak zorunda olduğundan, ampullerinin kullanım ömrünü belirlemekten acizler.
Peki ihtiyaçlarımızın hepsi “temel ihtiyaç” mı?
Ellerindeki cep telefonunun yeni modelinin çıkmasını, satın almaya “hazır ve nazır” bir şekilde bekleyen tüketicilerin bu ihtiyaçları “temel ihtiyaç” mı? Ya da “aldığım kıyafetin kısa sürede yırtılması, sökülmesi, dayanıksız olması daha iyi, çünkü yeni modelini almam için bahanem olur” düşüncesiyle satın alanların ihtiyaçları temel ihtiyaç mı? Değil. Bunlar, modaya bağlı planlı eskitme stratejisini ayakta tutan tüketicilerin sahip oldukları psikolojik ihtiyaçlar.
Noam Chomsky’nin eleştirel yaklaşımıyla, “şirketler karlarını maksimize etmek için toplumları, istemedikleri malların tamamen bilinçsiz tüketicisi haline getirirler. Yani işletmeler istek yaratmalı, moda gibi gereksiz şeylere insanları odaklamalıdırlar”. Meselenin işletmeler açısından bakıldığında özeti budur. Fakat ellerindeki eşyaları modası geçtiği için yenileyen tüketiciler masum mu? Değil, zira bunun için bir dayatma söz konusu değil. İstemedikleri takdirde modaya uymak için satın almak durumunda değiller. Öyleyse psikolojik ihtiyaçlarımızın birçoğunu gidermek üzere aldığımız eşyaların kullanım ömürleri bizim elimizde.
Çoğaltabiliriz bu örnekleri. Fakat bunlar planlı eskitme stratejisinin üreticilere ve tüketicilere fayda ve zararını ortaya koyar nitelikte sanırım. Üreticiler yeni ürünlere yeni Pazar alanı bulma sorununu asgariye indirirken; tüketiciler biraz daha yeni ve belki de biraz daha iyi bir şeye (ki bu iyilik tartışılır) gerektiğinden daha kısa sürede sahip oluyorlar.
İsraf!..
Esasen burada hem üreticileri hem tüketicileri olumsuz olarak etkileyen ve fakat göz ardı edilen çok büyük bir gerçek var, o da İSRAF! Ama bugün maalesef tüketim toplumlarının bilinçaltına “gelişmek için daha çok tüketmek gerektiği ve dolayısıyla israfın kaçınılmaz olduğu” fikri çoktan yerleştirilmiştir.
İsrafı etik dışı uygulamaların bir sonucu olarak değerlendirip, konuyla ilgili yaptığım bir araştırma katılımcılarına şöyle bir soru yönelttim: “Sürekli alışveriş yaptığınız firmanın etik olmayan birtakım uygulamaları olduğunu öğrendiğinizde ne yaparsınız?” Bu soruya alışveriş yapmaya devam ederim diyenler açık uçlu soru daha yönettim: Neden? Verdikleri cevaplar şunu gösteriyordu: Bu kişiler etik dışı davranışları diğer firmalara da teşmil ediyorlar, bunu rekabetin gereği görüyorlar ve bu durumu değiştiremeyeceklerine inanıyorlar. Yani bir tür öğrenilmiş çaresizlik içindeler. Yani tüketim alışkanlığı noktasında kaderlerini ne yaparlarsa yapsınlar değiştiremeyeceklerini düşünüyorlar.
Ve bazıları İSRAF gerçeğine rağmen hala soruyor: “Ama planlı eskitme stratejisi sanayiciler için bir başarı ölçütü değil mi?” diye.. Yüzeysel ve/veya kısa vadeli bir açıdan bakarsak bu sorunun cevabı “evet” olur. Çünkü başarı sadece en çok çıktıyı, en az parasal maliyetle elde etmek, karı maksimize etmek değildir. Farklı maliyet kalemlerini de hesaba katmak gerekir. Örneğin çocukların, kadınların, geri kalmış veya kalmaya mahkum edilmiş ülke insanlarının karın tokluğuna, elverişsiz koşullarda çalıştırılmasına, Gana gibi ülkelerin ikinci el elektronik cihaz yaftasıyla gönderilen atık yığınlarıyla doldurulmasına göz yummak, gelecek nesillerin kaynaklarını bugünden tüketmek de birer maliyettir.
Şu halde tüketimi sürekli kılmaya yönelik planlı eskitme stratejisinin, sürdürülebilirlikle hiç bir ilgisi olmadığını, ancak küresel israfa katkıda bulunmakla ilgisi olduğunu görebilirsiniz. Yine dönüp dolaşıp israf konusuna geliyoruz. Hiçbir dini inançta ve hiçbir rasyonel dünya görüşünde yeri olmayan şeydir israf. Ama insanoğlu bunu görmezden gelebiliyor maalesef.
Bakınız, konuyla ilgili yaptığım bir araştırmada, 30 yaşın altındaki katılımcılar “benim için din her şeyden önce gelir” dedi. Dine böyle bir öncelik veren bu yaş grubu “param olsa cep telefonumun arızalanmasını falan beklemem, yenisi çıktığında alırım” demeyi yeğledi. Oysa dine öncelik veriyorsa, inancının israfı yasakladığını bilmesi ve yaşam biçimini bu şuurla oluşturması gerekiyor. Bunun adı neye inandığını bilmemek, yani cehalet!
Böyle bir cehalet batağında, eşyalarımızın kaderinin kendi elimizde olabileceğini bilmek ya da bunu umursamak ne kadar mümkün?!
NOT: İleriki günlerde planlı eskitme stratejisinin farklı boyutları ile ilgili yeni çalışmalarımı sizlerle paylaşacağım.
6 yorum
Verdiğiniz çok önemli bilgiler için teşekkürler. Yazınızın daha kolay okunabilmesi için, 12 puntoda ve bir buçuk sayfayı geçmeyecek şekilde, daha kısa yazmanızı öneririm. Aramıza hoş geldiniz.
Rica ederim. Uzunluk, okuyucular açısında bir handikap olabiliyor, farkındayım. Akıcı kılmaya çabalayarak dengelemeye çalışıyorum. Gerisini, gerçekten layıkıyla okuyan, ilgilenen, kafa yoranların takdirine bırakıyorum.
Teşekkür ederim, hoş bulduk.
Hocam merhaba, toplumsal arızalardan biri olan konu hakkindaki tespitleriniz çok degerli. Teşekkür ediyoruz. İsraf ve tüketim çılgınlığından her türlü dini ve çevreci hassasiyeti olan insanların bile kaçınamamasını, hassasiyetlerdeki bilgi eksikliği (cehalet) ve içselleştirememe sorununa mı? Yoksa kuresel firmaların ‘planlı eskitme’ stratejileri adına kullandıkları moda, yenilik, çeşitlilik ve ekonomik döngü söylemlerindeki güçle mi açıklamalıyız? Karşı tez olarak hangi argümanlar kullanılmalı?
Merhaba.
İsraf ve tüketim çılgınlığı ile neticelenen planlı eskitme, hem firmaların hem tüketicilerin elbirliği ile ayakta tuttukları bir mekanizma. Bizler (tüketiciler olarak) bazen planlı eskitmeye maruz bırakılıyoruz fakat bazen de bile isteye ortak oluyoruz. “Elimdeki eşyanın yeni modeli, yeni sürümü, yeni modası çıktığında ben o eşyayı eskimiş sayarım” diyen bir Z kuşağı var. Gençler “ben yenilikçiyim, yenisi çıktığında deneyimlemem lazım” diyorlar. Yenilikçiliği, “yeni olan şeyi tüketmek” olarak tanımlıyorlar.
Yani “eski, yeni” kavramlarının anlamı (pek çok kavramın muhteviyatı gibi) kuşaktan kuşağa değişiyor, çarpıtılıyor. Z kuşağındaki bu farklılaşan zihniyetin müsebbibi sadece firmalar değil, ocağında büyüdükleri Y kuşağı da aynı zamanda! Demem o ki, hepimiz sorumluyuz. Yapılması gereken, firmalara veya devletlere topu atmak yerine, tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmek.
Değerlendirmenizden ötürü teşekkür ederim.
Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek kolay olmayacak. Ancak tüketim çılgınlığının çevresel etkisi ile bozulan ekolojik sistem sanırım bu değişimi mecbur kılacak. Ne diyelim! Umarım zor yoldan öğrenmeyiz. Teşekkürler hocam. 🙏
Umarım. Değerli katkınız için ben teşekkür ederim.