Yazımıza başlık yaptığımız bu ifade Nisâ sûresinin 75. âyetinin başında yer alan bir ifadedir. Yazımızın konusu olan bu âyeti burada mealen vermekte fayda var. Şöyle buyuruluyor: “ Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”
Âyetin başındaki “Size ne oluyor ki…” ifadesi esasen bir azarlamadır. Bu azarı konumu, gücü ve milliyeti ne olursa olsun tüm müslümanlar işitmelidir.
Neden savaşmıyorsunuz?
Allah yolunda…
Mustaz’aflar (zayıflar, güçsüzler) için…
Erkekler…
Kadınlar…
Çocuklar…
Bu âyet Kur’an’da cihadı emreden âyetlerden sadece biri. Onlarca âyette cihattan söz ediliyor. Mazlumların haklarını korumayı emreden cihadı emreden vatan savunmasını emreden bir dinin mensupları felç olmuş gibi yerinden kalkamıyor. Herkes ticaretinde, işinde… Mazlumların feryatları karşısında Allah’tan yardım istiyoruz. Tanrı suskun mu? Diye soruluyor. Esasen Allah içimizden bize sesleniyor. Bizden harekete geçmemizi bekliyor.
Âyette müslümanların dost ve yardımcı istediklerinden söz ediliyor. Bu dost kimler olabilir acaba? Herhalde müslümanın dostu müslüman olacak/olmalı değil mi? Yardımcı kimler olabilir acaba? Melekler, salih müslümanlar… O halde iş yine bize düşüyor anlaşılan. Âyetten bunu anlıyoruz.
Diğer taraftan ebâbîl kuşlarını bekleyenlerimiz var… Oysa ki Hz. Peygamber Mekke’nin şartlarının en ağır olduğu, işkence ve ambargonun olduğu yıllarda ebâbîl kuşlarını beklemedi. Bize böyle bir rivâyet ulaşmıyor. Allah’ın yardımını niyaz ettiği yer demir gök bakır olan bu günlerde çözüm yollarını da arıyor. Eyleme geçiyor. Pasif durmuyor.
“Ebâbîl kuşları” Kâbe’nin sadece fiziki olarak değil, işlevsel olarak da yok edilmeye çalışıldığı bir zamanın ‘inâyet askerleri’ydi. Allah’ın tarihe bir müdahalesiydi. Oysa ki Kur’an’ın nüzûlüyle esasen inâyet de âyetlerde işaret edilenler oldu. Yani ebâbîl askerlerinin yerini mücahitler aldı. Kuşlar Kâbe’nin düşmanını yok ederken, mücahitler de insanlık ve İslam düşmanlarını ortadan kaldırmak için yeryüzünden âdetâ çıkıyorlardı. ‘Siccîlden taşlar’ın yerini artık oklar, mancınıklar, mermiler, toplar, füzeler aldı. O halde biz artık kendi soyumuzu kurutacak bu soykırıma karşı durmalıyız. Kur’an, savaş hoşunuza gitmese de derken güvenliği ortaya koyuyordu. Oysa ki şimdi güvenlik olmadığı gibi güvenliği sağlanacak insan bile kalmayacak neredeyse! O halde âyetin ifade ettiği üzere memleketleri işgale uğramış, yani evinde masum olanlara karşı yalvaran, yakaran insanların tekrar vatanlarına kavuşmaları için dost ve yardımcı arayanlara yardımcı olalım.
Bu mustaz’aflar yani erkek, kadın ve çocukları savunalım diyor. Cihadın farz olması vatanın korunması, işgale uğramışsa kurtarılması için kaçınılmaz bir Allah buyruğudur.
Allah yolu; barış, güvenlik ve adalet yoludur. Savaşan müslüman bunun için savaşır.
Hz. Peygamber hicretin 2. yılından itibaren İslam’ın esasen ana vatanı olan Medine’yi korumak için savaşmadı mı? Yaklaşık 9 yılda 27 gazve yapmadı mı? 64 kadar seriyye (müfreze) göndermedi mi? İşte bu cihat olmasaydı İslam diye bir din günümüzde olur muydu? Biz İslam’ı tanıyabilir miydik? Rasulullah en sevdiklerini bunun için toprağa koymadı mı? Allah’ın aslanı Hamza’nın cesedi bunun için paramparça edilmedi mi?
Elbette Hz. Peygamber’in mücadelesi tedbiri esas alan bir mücadeleydi. Savaş Müslümanlara Mekke döneminde değil, Medine döneminde farz kılınmıştı. Nitekim Nisâ sûresi de Medenî (Medine’de nâzil olan) bir sûredir.
Hz. Peygamber neden gazve yaptı? Diyenlere hem âyetler hem de bugün Filistin’de yaşananlar, dünyanın başka yerlerinde yaşananlar alenen cevap veriyor ve diyor ki hal diliyle: Senin Peygamberin savaşmak zorunda kaldığı için savaşmıştır. Güvenliğin büyük risk altında olduğu bu coğrafyada başka bir çözüm yoktu. Bu bağlamda şunu da ifade etmeliyiz ki âyetlerde teşvik edilen ve imandan sonra en sevap amel olarak nitelenen hicretin İslam dinine vatan arama mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Hz. Peygamber ve ilk mü’minler bunun için sevdikleri yurtlarını terk edip uzun yıllar başka bir şehir ya da memlekette yaşamak zorunda kalmışlardır. Cihad da vatanı korumak için yapılır. Zira vatan olmadan dinin de yaşanamayacağı bilinmelidir.
Başka hiçbir sistemde olmayan bu teşvik her türlü bencilliği kökünden reddetmektedir esasen. Tanımadığı, dünyanın başka bir köşesinde bile olsa onlar zulme uğramışlarsa Müslümanlara bu âyetle bir vazife veriliyor. Bir anlamda görev emri çıkarılıyor. Bu âyette Allah kendi yolunda savaşmak ile mustaz’afları korumak için savaşmayı aynı bağlamda zikrediyor.
Âyette “halkı zalim olan şu beldeden bizi çıkar…” kısmına gelince bu Siyer-i Nebi’deki mücadele özelinde bir anlam ifade ettiği gibi günümüz Gazze olaylarına atfedecek olursak şunu anlarız. Yurtlarından çıkarılanların dışında güvenli olmayan ve halkı zalim olanlardan kurtulmak isteyen erkek, kadın ve çocuklara işaret etmektedir. Çünkü bu insanların halkı zalim olan bu belde insanları ile savaşma gücü ve imkânları yoktu.
O, bedduasını sadece İslam’ın düşmanları için okumadı mı?
Niyazı da Hakk’ın isminin yücelmesi için değil miydi?
Allah’ın rızası mazlumlarladır.
“Ilımlı İslam”, “Sıcak İslam”, “Radikal İslam” gibi sıfatlarla dinimiz, özellikle de müslümanlar boşuna yıpratılmaya çalışılmadı değil mi? Amaç müslümanların cihad ruhunu yok etmek, hareket kabiliyetini ortadan kaldırıp sadece belli dar bir çerçevede Müslümanlığın yaşamasına müsaade etmek gibi.
Bu din hem dünyayı hem de ahireti sarmalar. Ayırmaz onları birbirinden. İnsanı ana-babasından ailesinden ayırmaz. Yoğurur onu. Bu maya hamurla karıldığında da şuurlu bir toplum ortaya çıkar. O toplum değerleriyle yücelir. Teninin hazzını değil, yüreğinde değerlerinin ve mücadelesinin hazzını hisseder.