Günlük yaşamın hızlı temposu ve günümüzün değer yargıları bazen bizi gerçeklerle yüzleşmekten uzak tutabiliyor. Şüphe yok ki, doğru tek ve mutlak değildir. Ancak genel geçer doğrular çağlar boyu sürüp gitmiş olabilir. Bugünlerde Bernard Lewis’in “Babil’den Dragomanlara” isimli kitabını okuyorum. Bazı yazarlar önsözü de içerik kadar özenle yazar. Mesela Mario Levi de onlardan biridir. Yok karıştırmadım Mario İstanbullu, hâlâ da yaşıyor; Tanrı uzun ömürler versin.
Bernard Lewis, iyi bir Orta Doğu tarihçisidir. Londra’dan, ABD’ye Prinston Üniversitesine gittiğinde bir aydınlanma yaşamış. Diyor ki “Bir akademisyen için idari görev ve para geçicidir; kalıcı ve asıl olansa akademik üretimdir. ABD’ye geldiğimden beri Londra’da ürettiğimden çok daha fazlasını ürettim ve yazdım, çünkü angaryalardan arınmıştım.” Bu cümle beni çok etkiledi. Neden mi? Kendime bu kadar değerli bir destek bulmak beni daha da yüreklendirdi. Akademisyen olarak, birincil görevimizin bilgi üretmek ve mevcut bilgiyi aktarmak olduğu konusunda ısrar ediyorum. Eğer hâlâ birçok alanda geriden geliyorsak, bu konuda en büyük yanlışın eğitim sisteminde olduğunu düşünmekteyim. Bilgi değerli bir olgudur. Bazı meslektaşlarımın son zamanlarda akademik üretime burun kıvırdıklarını üzülerek görmekteyim. Üzüntüm neden mi? Demek ki hiç yazmamışlar, demek ki hiç içi dolu bir konuşma yapmamışlar. Zira bilginin değerini bilmek de bir erdemdir. Bu üniversite sistemi yanlıştır; çünkü düşünebilen insan yetiştirmekte sorunu vardır. Sorgulamak yoksa ezber vardır. Ezber varsa bilgi yoktur. Bilgi yoksa bilim yoktur. Özellikle tıp eğitiminde bu durumun daha da vahim olduğunu düşünüyorum. Günden güne bilginin pek de önemsenmeyen bir olgu olduğu görüşündeyim. Belki de doğrudur. Değişen değer yargıları başka metaları öne çıkartmış olabilir. Burada aklıma Sokrates’in savunması geldi!
Sokrates’i tutuklar ve yargılarlar. Milat’tan yaklaşık 400 yıl kadar önce. Büyük filozof tarihe geçecek ve bize de Eflâtun tarafından aktarılacak o muhteşem savunmasını yapar. “Bana en bilge adam olduğumu iddia ettiğim suçlamasını yönelttiniz. Ben asla en bilge insan olduğuma inanmadım ve kendimden daha bilge olan birilerini aradım. Bilge olduğundan söz edilen insanlara gittim ve az kalsın onların bilge olduklarına inanmak üzereydim. Ama sonunda bilmedikleri konularda da söz sahibi olduklarını gördüm. O zaman anladım ki; ben en azından bilmediğimi bildiğim için onlardan bu konuda daha bilge olduğumu fark ettim.” Buna benzer sözlerle savunmasını yapar. Ne dersiniz mevcut durumumuza benziyor mu? Neyi bilip neyi bilmediğini bilebilmek ancak bilmekle mümkün olabilir.
Neden mi bu yazıyı yazdım? Aslında yanıtı içinde ama neyse. Bizim memlekette bilenle bilmeyen aynı kefededir. Üstelik “Paran kadar adamsın” derler. Oysa bir şey, yüklediğiniz değer kadar değerlenir. Yine Sokrates’e gideceğim! Öğrettikleri karşılığında para almakla suçlanır. Ve “Yoksulluğum tanığımdır” der. Yaz kış tek elbise ile gezen Sokrates durumunu böyle açıklar. Ancak ders başına 5 mina ücret alan bir öğretmeni de saygı ile karşılar. O günlerden bugünlere ne değişti ki? O zamanlarda da bilgi pek değerli görünmüyordu, bugünlerde de. Daha da acı olan bir gerçek var ki, o da 2500 yıldır insanlığın çok da ileri gidememiş olmasıdır. Sokrates diye biri var mı acaba? Elinden çıkmış tek bir eser yok yanlış bilmiyorsam. Öğrencilerinden anlıyoruz, özellikle de Eflâtun’dan ya da nam-ı diğer Platon’dan öğreniyoruz. Yani en değerli eserlerinden. Burada da bir farkındalık yaşıyorum. Bir değerli dostum, “Biz hoca olamadık” dedi. Çünkü bizi hoca yapacak öğrencilerimiz olmadı! Eğer bizler bugün toplumda ve yöneticiler nezdinde yeteri kadar değer bulamıyorsak bu durumun bir kısmından elbette biz sorumlu olabiliriz. Korkarım asıl sorumluluk, yozlaşmanın taçlandırılması olsa gerektir.
Değişen toplumsal değerler gönül ister ki değerlerimizi yükseltsin, ancak durum pek de böyle görünmüyor. Bu dünyada para etmediği halde hâlâ çok değerli olan erdemler var. Hayatın merkezine koyduğumuz insan ve onun yaşamı sanırım hâlâ en büyük değer olarak karşımızda durmakta. Bizler de insana ve yaşama hizmet eden kimseler olarak bir erdem taşımaktayız. En büyük erdemin de kendini bilmek olduğuna ne şüphe!