Türkiye nice zamandır bunalımlı bir dönemden geçiyor. Eskiler sıkıntılı dönemlerde sabırlı olmayı öğütleyerek sonunda selamete erileceğini müjdelerler. Elbet sonuç kesin değildir. Lakin umudumuz vardır. Şerlerin hayra bağlanacağına inancımız tamdır.
“Bunalımdan söz açılınca aklıma bilim felsefesi yapan fizikçi Thomas S. Kuhn düştü. Kendi kendime sordum: acaba bir ‘paradigma’ değişimi evresinde miyiz? ‘Paradigma’, Türkçe’ye ‘değerler dizgesi’ olarak çevrilmiş bir kavram. Kunh, kavramı 1962’de yayınlanan “The Structure of Scientific Revolutions” başlıklı kitabının merkezine yerleştirince kavram ilim dünyasında gittikçe yaygınlık kazandı ve sıkça kullanılır hâle geldi. Kuhn’nun kitabı Türkçe’ye “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” başlığı altında yirmi yıl geçikmeli olarak çevrildi. Doksanlı yıllara gelene kadar da üç baskı yaptı. Şuan piyasada kaçıncı baskısı var bilmiyorum.
Kuhn’nun bilimin ilerleme sürecini temellendirmeye çalıştığı kitabındaki temel fikirleri, değer anlayışımızın hızla değiştirilmeye çalışıldığı şu günlerde neler olup bittiğini anlamamıza yardım edebilir gibi durmaktadır. Her ne kadar Kuhn, meseleyi bilimsel sınırlar içinde bıraksa da temel kavram “paradigma” olunca, kavramın özelleşen bir genellemeyle değerler dünyasına ait olan ahlaka veya siyasete de yansıtılmasında bir sakınca olacağını sanmıyorum. Ama meseleyi özel anlamda ahlaktan daha ziyade siyaset bağlamında irdelemeyi deneyeceğim.
Kuhn, eserinde bilimsel ilerlemenin devrimci yapısına vurgu yaparken devrimin siyasî çağrışımı güçlü olan bir kavram olduğunun farkında olduğunu düşünüyorum. Kuhn, sanki Marksist bir söylemi, bilimsel ilerleyişe temel yapmaktadır. Şimdilik bu tarafı derinleştirmeyi bir kenara bırakarak bu hususta birkaç cümle sarfederk asıl konuya geçiş yapmak istiyorum. Kuhn devrim söylemiyle ilerlemenin sancısız bir süreç olmadığını vurgulamak istemiş olabilir. Gerçekten de radikal değişiklikler, öyle kolayca kabul görmezler. Bilimin ilerlemesi de karşıt duruşların bir şekilde birini ötekine galebe çalarak ancak birbirlerinden de istifade ederek, belki de, birbirlerini anlayarak olmuştur. Kuhn, ‘devrim’ kavramını eserinde teorik bir yapının terk edilerek yerine ona uymayan başka bir yapının yerleştirilmesi anlamında kullanıyor. Kim yapacak bu devrimi? Kuhn, bilim adamlarına işaret eder. Bilim yapıcı topluluğun oynadığı veya oynayacağı önemli role atıf yapar.
Kuhn’un devrimle eski anlayışın terk edilerek yerine yeni bir yapının inşa edilmesini temellendirme denemesi, bizde, bilimde değil de daha çok siyasette son dönemlerde sıkça duyduğumuz bir söylem. Türkiye’de bu söylem, ‘eski Türkiye, yeni Türkiye; darbe anayasası, yeni demokratik bir anayasa’ gibi, daha önceki yazılarımızda sıkça değindiğimiz kavramlar üzerinden yaygınlık kazandı. Siyaseten bir devrim yapıldığı da sıkça dile getirildi. Hâlâ getirilmeye de devam ediyor. Her ne kadar biz, devrimden ziyade bir bunalımla karşı karşıya kalsak da, bunalımın ilerlemeyi sağlayacak bir devrime bağlanacağı hususunda kafamız karışık. Özellikle etkin olan siyasilere ve cari siyasete destek veren ukalaya kulak verince kafamız daha da bulanıklaşıyor.
Kuhn’a göre paradigma, genel teorik varsayımlar ve yasalar ile bunların uygulamaları için muayyen bir bilimsel topluluğun üyeleri tarafından benimsenen tekniklerden oluşmaktadır. Bu ifadelerin siyasete aktarımı ‘milletin, devletin ve hükümetin anayasal ve hukukî bir zeminde belirlenen hedeflere doğru uyum içinde yürümeleri’ olabilir. Lakin Türkiye’de dikkat çeken; teorik varsayım noktasında kargaşa, yasalara karşı lakaytlık ve istikrarsızlıktır. Bunun bunalım doğurması öngörülemeyen bir sonuç değildir.
Kuhn, bir bilimin teşekkülünden önce organize edilmemiş çeşitli faaliyetlerin bir paradigmaya bağlandığında yapılanarak tanzim edileceğini ifade etmektedir. Bu durumda bizde eskiyi yeniye bağlayacak bir paradigmanın oluşturulamaması, kargaşa doğuruyor olabilir. Özellikle siyasî cenahta yer alan oyun kurucuların ufuksuz olmaları, paradigma oluşturmak bir yana, daha da yıkıcı hamleler (anomaliler) yapmalarına olanak sağlamaktadır. Nasıl Kuhn’un nazarında olağan bilim devresinde gerçek dünya, elde edilen ilmi verilerle çeşitli yönlerden açıklanmaya ve karşıtlıklar uylaştırılmaya çalışıldığında olağan paradigma yürüyüp gelişiyorsa, siyasetin de benzer bir yol tutması doğru olan tavır olsa gerektir. Elbette işin doğası gereği, bilimsel olanda olduğu gibi, mevcut durum karşılaşılan bir takım zorlukları aşmada yetersiz kalıyorsa bunalımın doğması kaçınılmaz görünmektedir. Olağan akış içinde karşılaşılan sorunların çözülememesinden kaynaklanan bunalımın aklı başında hamlelerle paradigmal bir devrime bağlanması ve yeni doğan bilim ve paradigmayla da yeni bir olağan devrin başlaması anlaşılabilir bir süreçtir. Lakin özellikle son devir Türk siyasetinde yaşandığı şekliyle olağan akış sorun yaratmak bir tarafa sorun çözmek isterken sorunsuz bir yapıyı sorunlu hâle getirerek bunalım doğurmak, Kuhn’un izahta zorlanacağı bir durumdur. Zira bizim yakada olup biten, olağan akıştan ziyade dar amaçlı çıkarlara dayalı ya da basiret fukaralığından naşi hamlelerdir. Oysa olması gereken, olanı doğru anlamak ve olağan akışı engelleyen yahut daraltan nedenleri fark edip tedbir almaktır. Paradigmal bir geçiş yaşanacaksa da bu, hileli yönlendirmelerin ve güdümlemelerin değil siyasetin olağan işleyişinin bir sonucu olması sağlanmalıdır.
Kuhn, bilimin ilerleme sürecini, ‘bilim öncesi, olağan bilim, bunalımlar, devrim, yeni doğan bilim ve yeni bunalımlar’ şeklinde döngüsel bir okumaya tabi tutar. Buradaki döngüsellik ilerlemeyi engellememektedir. Çünkü olağanlık zamanla bunalım doğuracak ve bunalım işi yürütenlerin elinde devrimsel bir geçişle yeni bir anlayışa evrilecektir. Bilimin böylesi bir süreç içinde ilerlediği tartışmaya açık bir görüş olsa da, siyasetlerin her bunalım sonunda bir devrimle karşılaştığını iddia etmek oldukça zordur. Daha da ötesi bunalımın devrimle sonuçlanması bir yana siyasal devrimlerin büyük bunalımlar ve sıkıntılar doğurduğu bir vakıadır. Türk siyasetinde son zamanlarda dozu gittikçe artan gerilimin ve bunalımın altında yatan da aslında kadim Türk siyasi geleneğinin askıya alınmak istenmesiyle girişilen örtülü devrimsel girişimlerdir. Demek ki, devrim siyasî bağlamda her zaman müspet netice vermeyebilir. Çünkü toplumların ilerlemeleri inişli çıkışlıdır. Kuhn’un bilimsel ilerlemesinin aksine döngüsellik, İbn Haldun’un temellendirdiği gibi, çöküşle de neticelenebilir.
Kuhn, bilimin sonunun geleceğine ihtimal vermediğinden siyasetlerde sıkça karşılaşılan çöküşün bilimde yaşanmayacağı kanaatindedir. Ama bunalım kaçınılmazdır. Zaten bunalım, olumludur. Zira bunalım sonunda yeni bir paradigma doğacaktır. Yeni paradigma tam olarak görünür olduğunda da bilim adamlarınca problemlerle dolu asıl paradigma terkedildiği ölçüde gerilimler oluşacak ve fasılalı değişimlerle karşılaşılacaktır. Fasılalı değişimlerin sonu veya bizzat kendisi devrim demektir. Devrim beklenen bir durumdur. Endişeye mahal yoktur. Lakin devrimle birlikte kutupların oluşması kaçınılmazdır. Çünkü eskiden yeni geçişte ciddi bağlılıklar söz konusudur. Kuhn’un yorumunda kutuplaşmalar görünüştür. Gerek olumlu gerekse olumsuz anlamda görünüşte olsa da aşılmaz zorluklarla kuşatılmış ve vaat dolu olan yeni paradigma, içinde bulunulan hâli yeni devrin sonuçlarını takiben ciddi sıkıntılara ve yeni bunalımlara sürüklemedikçe, yeni doğmuş olan olağan bilimsel faaliyetlere kılavuzluk edecektir. Kuhn’un yeterince açık olmayan bu okumasının bizce siyasal zemine aktarılışı, geçmişteki tecrübelerden faydalanarak yola devam etmenin sağlayacağı artılar olarak alınabilir. Böylece Türkiye’deki öne çıkarılan siyasi kurgunun devrimsel girişimlerinde belirginleşen, geçmişle olan kavga ve mevcut kazanımları hiçe sayma, Kuhn’un tezlerinden hareket edilince, bizde niçin sürekli bunalım doğurduğu sorusunun yanıtı olur.
Kuhn’a göre olgunlaşmış bir bilim, esasta tek bir paradigmaca yönlendirilir. Paradigmaların çokluğu ve karşıtlığı fikri olgunlaşmış bilimin tek bir paradigmaca yönlendirilmesi düşüncesiyle çelişik görünür. Burada gerçekten bir çelişki var mıdır? Çelişki, görüntüdedir. Çünkü paradigma kavramı dar ve geniş anlamda farklı içeriğe sahiptir. Demek ki, paradigma kavramının Kuhn’da hem dar hem de geniş anlamda kullanıldığı gözden kaçırılmazsa zahiri çelişki izale edilebilir. Dar anlamda paradigma, örneklik (exemplar) demektir. Geniş anlamda ise paradigmadan disipline edici rahim (disciplinary matrix) kastedilmektedir. Yönlendirici bilimde meşru çalışmanın ölçülerini paradigma belirlemektedir. Böylece çeşitli ilmi grupların Kuhn’un bir bilmece çözmeye benzettiği bilimsel faaliyetleri, koordine edip yönetmektedir. Bu çerçevede olağan bilim geleneğini desteklemeye yetenekli bir paradigmanın varlığı bilimi bilim olmayandan ayırmaktadır.
Kuhn’un yönlendirici paradigma anlayışının siyasal karşılığı kadim, tarihi gelenek olarak alınabilir. Kadim bir milletin devlet geleneği, olgunlaşmış siyaseti sinesinde barındırır. Tarih, gerçekten disipline edici bir rahimdir. Rahimde can bulan örnekler sadece zahirde çelişkili görünürler. Bu durumda günümüz Türk siyasetinin dağılmışlığındaki asıl neden geçmişin inkâr edilerek rahmin parçalanmaya kalkışılmış olunmasıdır. Rahme yapılan saldırı, doğal olarak düşüklere, erken doğumlara sebep olmakta daha da kötüsü sakat örnekleri (dar anlamda paradigmaları) peydahlamaktadır. Bizim olgunlaşmış bir bilimin yönlendirici olmasında mevcut bilimsel yapının tarihsel rahim kadar muğlak olmadığı itirazı yapılabilir. Böylesi bir itiraz, tarihsel olanın kapalılığından daha çok, mevcut yapının kendini ve tarihi bilmemesi ile ilişkilidir. Çünkü Kuhn için de gerçekte paradigmanın kesin bir tanımı yoktur. Metafizik bir kavramdır. Yapılan tanımlamalar onu tam olarak ortaya koymaktan öte tipik unsurlarını öne çıkarmaktadır. Burada zahiri olarak yapılan paradigmal geçişlerde seçici olunacağı gayet açıktır. Önemli olan paradigmayı kavramış olmaktır. Bu bağlamda, Türk siyasetinde aktif rol alanlara bizim söyleyeceğimiz, Türk’ü doğru anlamaları ve bu konuda gayret göstermeleridir. Türk’ü, Türk olmayı bihakkın anlayan, aktüel anlamda yeni bir paradigma üretmek isterken daha sağlıklı hareket eder. Zira Türk kavramı, tıpkı disipline edici rahim olan paradigma gibi metafizik bir kavramdır. Türklük, dar anlamda Türkiye’de benimsenecek geniş anlamda ise dünyada karşılık bulması gereken siyasetlere kılavuzluk edecek olan genel geçer metafizik bir ilkedir. Kısaca hatırlatmak gerekirse barışın, huzurun, güvenin teminatıdır. Tarih bunun şahididir.
Türkiye bugün birçok bakımdan siyasi çözümsüzlükle içiçeyse, bu sonuç Türk’ün kadim siyasi geleneğinden ya da Türk olmaktan değil, tam tersine Türk olamayan siyasilerin karşılaştıkları sorunları çözecek beceri ve kabiliyetten yoksun olmalarındandır. Kuh’un okumasıyla olağan bilim, nasıl bir paradigmanın kurallarınca yönlendirilen bir bulmaca çözme faaliyetiyse, siyaset de milletin karşısına çıkan sorunlara, bulmacalara çözüm bulma sanatıdır. Çözülmek istenen bulmacanın çözümünde karşılaşılan başarısızlık paradigmanın değil, ilimde bilim adamının, siyasette ise siyasilerin beceriksizliğiyle alakalıdır. Elbet çözüme direnen bulmacalar her zaman olacaktır. Dirençli sorun ya da bulmacayla karşılaşıldığında siyasetçinin aklına gelen tarihin derinliklerinden süzülüp gelen ana paradigmayla kapışmak olmamalıdır. Aksi takdirde sorunun rahim olan paradigmayı değiştirerek çözülebileceğini düşünülmeye başlanır. Bu ise, kişiyi paradigma ile anomalileri ayırt edememe basiretsizliğine sürükler. Anomali, olağan yerinin dışında bulunuştur. Doğru olmayıştır. Beklenen konumun dışında olmaktır. Düzensizliktir. Anormalliktir. Türk siyaseti, son devirlerde ‘Kürt sorunu’, ‘Kıbrıs meselesi’, Ermeni soykırımı’, ‘Türkiyelilik’, ‘ümmet’ , ‘…’ gibi olağan içerikten yoksun isimlendirmelerle zahir edilen anomalileri, kadim tarihi gelenek ve anlayışlardan vazgeçerek çözebileceği zehabına kapılmıştır. Gelinen nokta ise apaçık fiyaskodur.
Kuhn’a göre anomaliler, bilimsel devrimlerin nedenleri arasındadır. Anomali, paradigmanın asıl temellerine darbe indirici bir sapma olarak görülebilir. Öte yandan olağan bilim topluluğunun anomalileri ortadan kaldırma teşebbüslerine rağmen, dirençli anomalilerle karşılaşılıyorsa bir bunalımın geleceği de aşikârdır. Lakin böyle bir durumda beceriksizliğinden dolayı aletleri suçlayan bir ‘usta’ konumuna düşmemek önemlidir. Bunalım dönemlerinde problem çözme girişimlerinin giderek radikalleşmesi ve paradigma tarafından konulan bazı kuralların gevşemesi normaldir. Burada unutulmaması gereken bu sürecin olağan akışın bir parçası olduğunun farkında olmaktır. Aksi takdirde olağan akışta karşılaşılan sapmalar, kurgusal hamlelerle içinden çıkılmaz bir hâle gelir. Üzülerek ifade ediyoruz ki, Türkiye’ye reva görülen siyasi model, böylesi bir çıkmazın içine sürüklenmektedir. Kuhn’un dirençli sorunlarla karşılaşınca paradigmada bazı yumuşatmalar yaparak girişimleri radikalleştirmekten kastı, sorunun çözümüne dönük faaliyetlere imkân vermek içindir. Çünkü ortada ciddi bir sorun ve sorundan neşet eden bir bunalım vardır. Bilim adamlarına düşen ise, sorunu ve bunalımı felsefe ve metafizik üzerinden aşmaya çalışmalarıdır. Şüpheli statülerin felsefî argümanlarla giderilmesi gerekmektedir. Bu, meselenin ilmi cenahta tartışılmasıdır. Yoksa vuzuha kavuşmamış bir meselenin uygulamalarla çözümlenmesi denemesi değildir. Bunalımlı zamanlarda üretilen çıkışlarda kararsız durumlar açığa çıkabilir. Dar anlamda işleyen paradigmaya güven sarsılmaya başladığında devrim için olgunlaşma söz konusudur. Rakip bir paradigma açığa çıkınca da bunalım hat safhaya ulaşır. Yeni paradigmaya geçişi sağlayacak olan ipuçları genelde ani zihinsel sıçramalarla fark edilir. Bazen eski ile yeni arasında radikal farklılıklar doğar. Yeni olan eski olanla bir ölçüye vurulamaz. Dolayısıyla karşılaştırmalar ve üstünlük iddiaları çoğu kez anlamsızlaşır.
Paradigmal geçişlerde karşıt görünen ama aslında birbirini tamamlayan ve bütünleyen bir yapı vardır. Bu nedenle bir bilimsel devrim, tek bir kişi tarafından değil, ilgili bütün topluluklarca kabul gören bir paradigmaya dönüşür. Zahirde çıkan rakip paradigmalar arasında yapılan bir tercih işin içine girer. Bütün bunlar esas olanla füru olanı birbirine karıştırmazsak bir bütünlük arz edebilir. Dar anlamdaki paradigmal karşıtlıklar, geniş anlamdaki paradigma bağlamında düzenlendiği müddetçe ilerleme mümkün olacaktır. Bir çoğuna bu, dar anlamın geniş anlamın içinde eritilmesi gibi görünse de, paradigma birbiri yerine geçen bir yapı olmadığından hangi paradigmanın daha iyi olduğunu söyleme şansımız olmayacaktır.
Meseleye bugün bir bilimden çok yönetme sanatı olarak algılanan siyaset bağlamında hitam çekersek, dünkü siyasetle günümüz siyasetini karşılaştırarak kendimizin daha iyi olduğunu ve olacağını iddia etmek yerine dünü iyi kavrayıp, dünden almamız gerekeni alarak şimdiyi, dünü inkâr etmeden kurabilmektir. Bu da geçmişle barışık olmayla ve tarihten ibret almayı akıldan çıkarmamakla sağlanabilir. Elbet ilmin, bilimin, felsefenin ışığından istifade etmeyi unutmamak şartıyla…
Kaynaklar:
*Faydalanılan kaynak eser: Thomas. S. Kuhn: Bilimsel Devrimlerin Yapısı. İngilizceden Çeviren: Nilüfer Kuyaş. Alan Yayıncılık. 3. Baskı. İstanbul 1991.