Türkiye’de antibiyotik tüketiminin, Avrupa ülkelerine göre çok fazla olduğunu biliyor muydunuz? Dünyada ilaç tüketimindeki sıralama: kalp-damar sistemi ilaçları, merkezi sinir sistemi ilaçları, metabolizma ve sindirim ilaçları, solunum sistemi ilaçları ve antibiyotikler şeklinde iken; ülkemizde ilk sırada antibiyotiklerin tüketildiği, takiben solunum sistemi ilaçları, kalp-damar sistemi ilaçları, metabolizma ve sindirim ilaçları ve son olarak merkezi sinir sistemi ilaçlarının bunu izlediği görülmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nun devreye girmesi ve antibiyotik reçetelemede getirilen kısıtlamalara rağmen Türkiye’de antibiyotik kullanımı, "tanımlanmış günlük doz" ölçütü dikkate alındığında, 2001 yılına göre 2006 yılında 2 kattan fazla artmıştır.
Bu irrasyonel antibiyotik kullanımının birçok faktörle ilişkili olabileceğini biliyoruz. Bunların bir kısmı halkımızın alışkanlıklarıyla ilişkilidir. Hemen her evde "Nasıl olsa bir gün lazım olur" anlayışıyla antibiyotiklerin hazırda bulundurulduğunu biliyoruz. Akut olarak gelişmiş ve ateşle birlikte seyreden neredeyse her hastalıkta, vatandaşımız hemen antibiyotiğe sarılmaktadır. Çoğu kez kendi başına, önceki deneyimlerinden yola çıkarak veya konu-komşu tavsiyesiyle antibiyotik almaya başlamaktadır. Bazıları ise eczacıya başvurarak, kendisine bir antibiyotik tavsiye etmesini istemektedir. Hastalığından ötürü, bir hekime yolu düşenlerin de önemli bir kısmı, hekiminden kendisine bir antibiyotik vermesini ısrarla talep etmektedir. Özellikle de bu antibiyotiğin enjektabl olması, yapıldığı yerde ağrı, yanma oluşturması tercih sebebi olmaktadır. Muhtemelen bu ağrı, ilacın gücünün ve etkinliğinin bir belirtisi olarak algılanmaktadır.
Hekimlere gelince, akut olarak gelişmiş ve ateşle seyreden bir hastalıkta, viral/bakteriyel ayrımı yapmaksızın veya bu ayrımı klinik olarak yapmanın güç olacağı ve yanılma durumunda hastanın riske edileceği varsayımıyla "her ihtimale karşı" bir antibiyotik verme anlayışı öne çıkmaktadır. İnsanımızın hekime ulaşımındaki yetersizlik, kış mevsimlerinde kırsal alanlarda ulaşımın zaman zaman kesilmesi, hastalar arasında sonradan ortaya çıkabilecek sekonder bakteriyel enfeksiyonları fark edip hekime gelebilecek entelektüel kapasiteye sahip olanların azlığı, zeminde bulunan Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), kalp yetmezliği, şeker hastalığı gibi kronik hastalıkların bakteriyel süperenfeksiyonları kolaylaştırması ve bu hastalarda bakteriyel enfeksiyonların tanısındaki gecikmenin kötü progresyon ve mortaliteyle sonuçlanması, hekimin bu konudaki irrasyonel davranışının nedenleri arasında sayılabilir.
Ne var ki, yüksek antibiyotik tüketilmesiyle ilişkili faktörlerin tümü bu kadar masum değildir. Hekimlerin, rasyonel antibiyotik kullanımı konusunda yeterli bilgiye sahip olarak mezun olup olmadıkları tartışılmaktadır. Tüketimi artan antibiyotiklerin piyasada aktif olarak çalışılan, yani ilaç firmaları tarafından tanıtımı yapılan moleküller olması; promosyonu olmayan antibiyotiklerin kullanımının aynı süre içinde düşme eğiliminde olması dikkat çekicidir. Bu iki faktörün etkisiyle olsa gerek, etkene yönelik olabildiğince dar spektrumlu antibiyotik kullanımının yerini, giderek "uçana da kaçana da etkili" geniş spektrumlu antibiyotikler almıştır. Bu durum antibiyotik direnci, tedavi maliyetlerinin artması, hastanede kalış süresinin uzaması, enfeksiyon hastalıklarında morbidite ve mortalitenin yükselmesi gibi kötü sonuçlara yol açacaktır.
SGK, antibiyotik tüketimini sınırlamak amacıyla EHU, UD, A-72 gibi antibiyotik reçetelemeyle ilgili kısıtlamalar uygulamaktadır. Ancak SGK’nın, reçetenin ulusal veya uluslararası tanı tedavi rehberlerine uygunluğunu esas alan bir uygulama yerine; ilacın kimin tarafından yazılacağı üzerine kurulu stratejisi işe yaramamıştır. Antibiyotik tüketimi SGK ile birlikte iki kat artmıştır.
Peki, neler yapılmalı? Halka dönük olarak "antibiyotik kullanımındaki yanlışları ve doğruları" anlatacak bir bilgilendirme ve farkındalık kampanyası; tıp fakültelerinin çekirdek eğitim programlarında rasyonel antibiyotik kullanımıyla ilgili derslerin standardizasyonu; hekimlerin bu konuda mezuniyet sonrası eğitim etkinlikleriyle doğru bilgi ve tutum sahibi kılınması; enfeksiyon hastalıklarının tanı ve tedavisinde yerel verilere dayalı ulusal tanı ve tedavi klavuzlarının oluşturulup, yaygınlaştırılmasının teşviki; SGK geri ödemelerinde bu kılavuzlara uygun tedavilerin esas alınması; ilaç firmalarının tanıtım ve promosyon faaliyetlerinde etik ve hukuki ilke ve kuralların net olarak tanımlanması ve uygulamaların buna göre denetlenmesi gibi stratejilerle, Türkiye’de de antibiyotik kullanımı, olması gereken noktaya doğru yaklaştırılabilir kanısındayım. Ne dersiniz?