Akademik hayatta üretilen bilimsel makaleler hem bilim için hem de bilim insanı için çok önemlidir. Yapılan çok zahmetli araştırmalar neticesinde elde edilen yeni bilimsel bilgilerin ve bilimsel yöntemlerin paylaşılarak bilginin pratik hayatta kullanılması, insanın daha müreffeh yaşamasının anahtarıdır.
Değişik bilim alanları arasında birim zamanda en çok araştırma yapılan ve en çok bilimsel makale üretilen alan tıptır. Son zamanlarda özellikle akademik yükselmenin bir şartı olması nedeni ile ülkemizde de uluslararası ve ulusal dergilerde yayımlanan bilimsel makale sayısında açıkça görülen önemli bir artış olduğu görülmektedir.
Öncelikle, çeşitli bilimsel dergilerdeki danışmanlık görevlerimin yanı sıra doçentlik sınavlarında ve yüksek öğretimde akademik yükselmelere ilişkin yasal düzenlemelere istinaden seçildiğim jüri üyelikleri görevlerim nedeni ile adli tıp, etik, tıp tarihi ve hukuk alanlarında çok sayıda makaleyi incelemekteyim. Diğer yandan, kendimle ilgili literatürü de takip etme gayretini kendimce yerine getirmekteyim. İşte bu süreç içerisinde son zamanlarda okuduğum ve çok beğendiğim bir makaleden bahsetmek istedim.
Makalenin adı “Behçet Hastalığı ile İlgili İsim Tartışmaları”. Yazarı ya da yazarları kim, bilmiyorum. Nasıl olur, demeyin. Makaleyi Türkiye Klinikleri Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi dergisindeki danışmanlık görevim nedeni ile okudum. Dünya ve Türk tıp tarihinin önemli isimlerinden biri olan Dermatoloji Uzmanı Dr. Hulusi Behçet, 1937-1943 yılları arasında yaptığı çalışmalar sonucunda ağız aftları, genital ülserasyonlar, göz bulguları ile karakterize klinik bulguyu ilk kez kendi adı ile “Behcet’s Disease” olarak tanımlamış ve bu tanım 1947 yılında Cenevre’de toplanan uluslararası dermatoloji kongresinde onaylanmıştır. Bu gururu o günden bu yana her Türk yaşamaktadır. Bu bilinen bir durumdur. Ancak, incelediğim makale ile şunu fark ettim ki, coğrafi komşumuz Yunanlılar, Karagöz-Hacivat, baklava vs. den sonra Behçet hastalığını da kendilerine mal etmeye çabalamaktaymışlar ve ne yazık ki bilimsel dünyada bir hayli yol almışlar.
Bilimsel etik ve bireysel vicdan, hiç kuşkusuz ki tıp etkinlik alanına katkı sağlayan herkese saygı göstermeyi ve hakkını vermeyi gerektirir. Dr. Hulusi Behçet’in tanımladığı bu klinik tabloyu değerlendiren farklı kişiler de mutlaka olmuştur. Ancak bu tabloyu görmek, farkına varmak ve ilk kez tanımlayarak tıp dünyasına anlatmak şerefi Dr. Hulusi Behçet’e nasip olmuştur. Bu gerçek de zamanın en önemli bilimsel toplantısında kabul edilmiştir. Bu gerçeği değiştirmek, bilimsel ahlaka ve hukukun temel ilkelerine uygun düşmez. Tıp tarihi siyaset ya da politika arenası değildir. Bu nedenle Yunanlı komşularımızın ve onların yandaşlarının çabası etik dışıdır, beyhudedir.
Türk tıp bilim insanlarına düşen görev, bilimsel toplantılarda bu gerçeği dünya tıp bilim insanlarına anlatmaktır. Hatta Sağlık Bakanlığımız ve Dışişleri Bakanlığımız bu konuda duyarlı olmalıdır. Benim bir düşüncem, en kısa sürede Dr. Hulusi Behçet anısına uluslararası bilimsel bir toplantı düzenlemektir.
Makaleyi yazan bilim insanı ve/veya insanlarını makale yayımlandığında (Makalenin kabul edildiğini derginin internet sitesinden görebilmekteyim) nasıl olsa öğreneceğiz. Kendisini ya da kendilerini, Türk bilim insanının sorumluluğunu ortaya koyan böylesi bir makale yazdığı veya yazdıkları için saygıyla selamlıyorum.