Bugün en çok konuşulan ve revaçta olan bir konu insan ömrünün uzaması. Gün geçmiyor ki bu konu gazete, televizyon ve diğer yayın kuruluşlarının gündeminde olmasın. Bizim de aklımıza böyle bir başlık geldi ve yazımıza koyduk. Sonsuza dek yaşamak, tıpkı filmlerdeki gibi. Bilirsiniz, bilim-kurgu filmlerinde hiç ölmeyen ve yaşlanmayanlar vardır ve hatta bunlar bize yapay bir şey gibi gelir. Doğaldır ki her yaşamın başı ve sonu vardır ve biz bunu bilerek yaşamı uzatabilecek bazı konuları tekrar ele alalım istedik.
Bugün yaşamın süresini uzatmak için araştırıcılar organ, doku ve kök hücre naklinden tutun da diğer çeşitli modern operasyonlara kadar her uygulamayı yapmaya çalışıyorlar. Ancak bunlar yaşamın süresini bir miktar uzatabilirler. Eğer sonsuza dek yaşam olabilseydi, her şey tek düze olur ve insan sıkıntı denen o buhranlı duruma girer ve herhalde yaşamak istemezdi.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de yapılmakta olan organ transplantasyonları, gerek tıp gerekse başta hukuk olmak üzere bütün sosyal bilim alanlarında geniş çapta yankılar uyandırmaya devam etmektedir. Nitekim hekimlik tarihinin büyük kişileri olan Hipokrat, İbn-i Sina vb. den beri kendisini insanlığın sağlığına adamış olan modern çağın hekimleri, insan hayatını kurtarabilmek için hem bu uygulamaları yapmakta hem de bu yöntemleri uygularken bazı yasa ve kurallara uymak zorunda kalmaktadırlar. Yine organ aktarımlarında bazı başarılar elde edilmişse de, bugün için bu konuda son sözü söylemek tıp tarihi açısından erken olacaktır. Bu arada bütün organların yapay olabildiği bir biyonik insana doğru da gidiş olacağı hiç kuşkusuzdur.
Bu arada bugün daha henüz uygulanamayan, ancak düşünülebilen ve henüz sonuç alınamamış bir konu da hibernasyon olup, devasız bir hastalığa yakalanan bir kişinin ölmeden önce dondurulması için kullanılabilecek bir metot olarak görülmüştür. Böylece o hastalığın çaresi bulunduktan sonra, hasta, yeniden normal yaşama döndürülecektir. Bilindiği gibi, aşırı soğutmanın derinliği oranında tüm hücrelerdeki metabolizma olayı aynı oranda düşer; böylece ölüm olayları da geciktirilir. Bu hipotez, modern bir "euthanasia"yı belirtir ki, pek geçerli sayılamaz. Amerika’da aşırı soğutma bankaları, bu işin yapılmasını isteyenlerden belli bir ücret de istemektedir. Belki de gelecekte bir kompüterin insanları donduracak biçimde programlanması olanağı doğabilecektir. Örneğin; 1964’ten beri, bu ülkede bazı bilginlerin de katılmasıyla bu konu ile ilgili bazı dernekler kurulmuştur. Nitekim bunların ilki Ölümsüzlük Derneği adı altında Newyork’ta kuruldu. Bu derneğin ana prensibi "Dondur; bekle ve canlandır" idi.
Hibernasyonun tıbbi operasyonlarda kullanımı, eğer bir sakıncalı etkisi yoksa yararlı bir metottur. Bu metodun devasız hastalığı olan insanların dondurulmasında kullanımı, tıp etiği yönünden bugün için bazı zararlı yönlere sahiptir. Ancak ileride bu zararlı durumların düzeltilmesi ile hibernasyon, tıp etiği açısından devasız hastalıklı insanlar için yararlı hale getirilebilir. Bazı varlıklı ve iyi yönde düşünen insanların ölümlerine neden olan hastalığı tedavi edecek ve onları yaşama döndürecek olanakların bulunabileceği güne kadar ölür ölmez dondurulmaları ve hastalığın çaresi bulununca da tekrar canlandırılmaları etik yönden bazı sorunları da yanında getirir. Bu şekilde ölmüş kabul edilip de dondurulanlar dondurulmuş ölmemişler midir? Yoksa bir ölünün dondurulması mıdır? Ancak biz burada bütün bir organizmadan söz ediyoruz. Çünkü bu tip ölmüş insanların henüz canlılığını yitirmemiş dokularından hemen alınıp korunulması koşuluyla yararlanılabilir. Bu tip uygulamalar bugün yapılmaktadır.
Organ transplantasyonlarında ölüden organ transplantı yapılabilir. Bu arada bu tip ölülerin dondurulmadan önce beyinlerinin gelecekteki bir diriltme işlemine girişmeye değmeyecek derecede hasar görmüş olmaları olasıdır. Eğer dondurarak yaşatmada teknik uygulamalar yeniden insan bedeninin çözülerek canlandırılmasına olanak verirse, birtakım sorunlar oluşacaktır. İnsanların belli bir süre dondurularak bekletilmesi büyük masrafları gerektirmektedir. Ayrıca, dondurulmuş ve yıllarca dünya yaşamından uzak kalmış bir insanın tekrar canlanınca yeni ve kendi döneminden farklı olan dünya koşullarına adapte olması zordur. Bu durum, öyle bir insanda psikolojik bozukluklar oluşturabilir ve tıp etiği açısından bugün için olumlu bir sonuç olarak görülmemektedir.
Dondurulmuş kişiler, eğer tekrar canlandırıldığında öz bilinci ve kişi oluşumunu da yeniden kazanırsa bunlara dondurulmuş ölmeyenler denebilir. Var olmayı isteyebilme kapasitesine sahip olan her varlık kişi sayılır. Böylece ahlaken önemli olan tüm şeylere sahip demektir. Miras hukuku açısından malları onlar için saklı mı tutulacaktır? Yoksa ailelerine miras mı kalacaktır? Adları nüfus kütüğünde kalmaya devam eder mi?
Bütün bu hayali gibi görünen, ancak bir gün gerçekleşebilmesi mümkün gibi olabilecek bu uygulamaların ışığında bu yazımızla da biraz hayal kurabildikse ne mutlu bize.