“Önce insan!” Bu dillere pelesenk olmuş ve artık bir motto, bir deyim ve slogan haline gelmiş kutsal sözcüğü sıkça duyarız. Fakat, acaba, ve gerçekten böyle midir?
Dünyanın merkezine insanın konmadığı, liderin, doğaüstünün, kutsal kişilerin, servetin ve geçici heveslerin konduğu toplumlarda insana yönelik bilimsel eğitime ihtiyaç olmaz. Böylesi toplumlarda evrensel değerleri içselleştirmiş yöneticiler yetişse bile yönetime gelemezler. Yönetime gelseler de kısa sürede yasadışı olaylar ve kolaylık kendilerini çürütmeye başlar. Bu toplumlarda “Önce İnsan!” olsa olsa ironik bir söylemdir!
Dünyada çok sayıda bilge ve dahi yönetici var. Uluslararası yöneticilerin bilge, yetenekli ve yaratıcı oldukları biliniyor. Gelişmiş ülkeler, uluslararası şirketler, gelişmiş ülkelerdeki resmi kuruluşlar, uluslararası örgütler, uluslararası yardım kuruluşları, uluslararası medya kuruluşları bilge yöneticiler tarafından sevk ve idare ediliyor. Bu yüzden yetenekli ve yaratıcı insanlar ile üretim arttırılarak ülke refah içinde yaşıyor. Yöneticiler, bilge araştırmacılar yardımıyla doğanın tanınıp kısmen denetim altına alınmasında başarılı oluyorlar. Göreceli olarak kaliteli ürünleri ve hizmetleri insanlarına sunuyor ve zenginleşiyorlar. İnsanlarda yaşama renk katan ihtiyaçları çeşitlendiriyor giyim, yemek, içmek, müzik, spor ve yaşam kültürlerini yönlendirebiliyorlar. İnsanları üç ekrana; televizyon, bilgisayar ve cep telefonuna bağımlı hale getirebiliyorlar.
Yöneticiler, iletişim araçları ile uzak mesafelerdeki insanları birbirine bağlayabiliyor. İnsanlar başka kıtalarda yaşayan insanların geleneklerini, inanışlarını, sorunlarını, acılarını, mutluluklarını öğrenebiliyorlar. Gelişmiş ülkelerde insan üründen değerlidir. “Önce İnsan!” olsa olsa bu toplumlarda ürünün satıldığı bir değişim aracıdır!
Gerçekler tersyüz edilip insanlara sunulabiliyor ve kabul ettiriliyor. Dünyada 100 kişinin serveti beş milyar insanın servetine eşit ve servetler gelişmiş ülkelerde bulunuyor. Dünyada iki milyar aç, 600 milyon temiz suya ihtiyacı olan insan yaşam mücadelesi veriyor. Dünyada 1,6 milyar insan şişman ve aşırı şişman olarak yaşıyor. Dünyada 60 milyon göçmen ölüm kalım savaşı veriyor. Save the children tarafından açıklanan rapora göre dünyada her dört çocuktan birinin çocukluğu çalınıyor. Yaklaşık 700 milyon çocuk, çocukluğunu yaşayamıyor. Afrika, Ortadoğu, Asya, Uzakdoğu, Orta ve Güney Amerika’daki savaşlarda milyonlarca insan acı çekiyor. Çünkü gelişmiş ülkelerin istihbarat örgütleri, geri kalmış ülkelerde tutkulu gençleri yakıcı yıkıcı olarak yetiştiriyor; sonra, bu gençlerin başında olduğu örgütleri yaratıyorlar. Örgütler din, tarikat, mezhep ve doktrin adına kendi ülkelerinde yıkıcı etkinliklere başlıyor. İstihbarat örgütlerinin denetiminden çıkan örgüt üyeleri ise dünyanın değişik bölgelerinde yakıp, yıkma ve öldürme eylemlerine girişiyorlar. İşte geri kalmış ülkelerin gündemi bunlarla ilgili olduğundan yetişmiş, akıllı ve sağduyulu beyinler gelişmiş ülkelere kaçıp kendini ve çevrelerini kurtarmak için çaba sarf ediyor. Yalnız yetişmiş beyin göçü ile kalmıyor; gelişmiş ülkeler, çevre ve insan için tehlikeli fabrikaları geri kalmış ülkelere taşıyor, kimyasal ve nükleer atıklarını bu ülkelere atıyor ve çevre felaketlerine neden oluyorlar. Ham madde için tiranlar destekleniyor ya da kanlı biçimde devriliyor; özet olarak, geri ülkelere baskıcı yönetimler ve iç savaşlar hediye ediliyor. Ham madde olmayan geri kalmış toplumlarda, tiranlar arasındaki kanlı mücadelelerde sayısız insan öldürülüyor. Gelişmiş ülkelerin yöneticileri olayları görüyor fakat görmemezlikten geliyor. Geri kalmış ülkelerin çoğunluğunda yerleşim yerlerinde altyapılar yok ya da kusurlu. Yapılaşma rastgele ortaya çıkıyor. Çünkü vahşi kapitalizmin rant sevdası bu ülkelerde cahil fakat zengin, gelişmemiş fakat zengin ve en kötüsü sadizm düzeyinde baskıcı fakat zengin bir burjuva sınıfı yaratıyor. Bunun sonucu insanlar sağlıksız ortamlarda zor koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda kalıyor. Pandemi sonrası işsizliğin özellikle bu ülkelerde arttığı aşikardır. Örneğin, geri kalmış ülkelerde kanserli hasta sayısı çeşitlenerek çoğalıyor. Dış etkilerle, geri ülkelerin insanlarında tüketme hastalığı yaygınlaşıyor; aileler yıkılıyor, çocuklar bunalıma sürükleniyor ve yaşama sevinçleri kayboluyor.
Dünyadaki çevre kirliliği, yeşil bitki örtüsü ile tatlı su kaynaklarının azalması, iklim değişimleri, ülkelerde silahlanmanın vardığı boyut tehlikeli sınırlardadır. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası sağlıksız, mutsuz ve acılar içinde yaşam sürüyor. Dünya, başta yöneticiler olmak üzere insanlar tarafından tahrip ediliyor. Dünya üstünde yaşayan insanlar kötü yönetiliyor.
Sorular:
Dünyayı bilge, becerikli ve yaratıcı yöneticiler mi, tiranlar, kuklalar, yasa tanımaz aşırı bencil liderler mi yönetiyor?
Bunlar arasındaki ilişkiler insanları ve Dünyayı nasıl etkiliyor?
Dünyadaki insanların yönetilmesine yön veren ve acılarla dolu yaşamların ortaya çıkmasına neden olan uluslararası yöneticilerin düşünce sistemlerdeki temel yanlışlıklar neler olabilir?
Mevcut düşünce sistemleri içinde bu soruya yanıt bulunabilir mi?
Dünya üstündeki bütün oluşumlar para ile ölçülebilir mi?
Peki neden geri kalmış ülke insanları bu bilge yöneticilere sahip değiller?
Hiçbir İNANÇ VE DÜŞÜNCE SİSTEMİ mutlak kötü ya da mutlak iyi olamaz. İyi ile kötü diyalektik olarak birbirine bağlıdır! Bu bütünsellik içinde, göreceli olarak, kötü olmadan iyi olamaz. Sorun hangi gözlerle Dünyaya bakıp, hangi tarafta yer aldığınızdır. “Önce İnsan” demenin yeterli olmadığı, bunun için sağlıklı bir çabanın harcanarak pratik alanlarda bunu yaşatmak gerçeği aşikardır!