Bugün tarihteki bireysel hak alma ve cezalandırma döneminden; kurumsal hak arama ve cezalandırma dönemine geçilmiştir. Kurumsallaşmayı fark edemeyen toplumlar, kabileve aşiret anlayışlarına gerisin geri dönmüşlerdir. Bugün hala birey ve aşiretler, kendi devletini kurup yönettiği dönemden, kurumsallaşmaya geçildiği dönemin problemlerini yaşıyoruz. Oysa bireysel hak alma ve cezalandırma anlayışından (ihkakı hak) kurumsal hak arama ve cezalandırma anlayışına geçilmiştir. Öyle ki bireysel (dayakla) hukuki yaptırımdan; kurumsal hukuki yaptırıma yani yargı sopasıyla dövme dönemine evrilmiş bulunmaktayız. Desene sorumluluk hukukunun gelişmesi hak arama ve cezalandırma anlayışında da terakki sağlanmıştır. Bazı toplumlardaki bireyler bu sosyo-kültürel terakkiyi sağlayamadığından tarihteki kabile ve aşiret anlayışını hala terk edememişlerdir. Bugün ne yazık ki hala bireysel olarak hak alma ve ceza vermeyi kurumlara bırakmayıp kadınların ve çocukların tedip için dövülmesini savunanlar bulunmaktadır.
Bilindiği gibi ilk dönemlerde sorumluluk hukuku, «zarara uğrayan katlanır» ilkesi hâkimdi. Bu ilke, birey ve toplumlara huzur vermedi. Taşınamaz rizikolar bıraktı, ağır yaralar açtı. Birey ve toplumların, düşünce ve tecrübeleri artınca bu düşünce ve tecrübeler, toplumsal genel kabul haline gelince, sorumluluk hukukunda da değişim zorunlu oldu. Bu kez sorumluluk ilkesi, «kusurlu olan öder» anlayışına geçildi. Desene suçta klasik «kusur» ilkesi kabul edildi. Böylece tazmin sorumluluğu kural olarak failin kusurlu olmasına bağlandı.
Klasik kusur ilkesi gereği herkes hukukça korunan varlıklarında mal ve şahıs varlıklarından bizzat sorumluydu. Böylece suçta asli unsur kusur kabul edildiğinden kusur olmayan durumlar teminatsız kalmıştı. Zaman sonra klasik kusur ilkesi de birey ve toplumların ihtiyacını karşılama da yetersiz kaldığı anlaşıldı. Birey ve toplumlar problemlerini klasik kusur ilkesiyle çözemediler, yeni arayışlara yöneldiler. Bu durumda klasik kusur ilkesi yanında «sebep sorumluluğu» ilkesine selam verdiler. Sebep olan öder dediler. Sebep sorumluluğu ilkesini kabul edilerek bazı nedenlere dayandırdılar.
Toplumsal terakki sonucunda birey ve toplumlar, kusur ve sebep sorumluluğu ilkesinden daha geniş bir forma ihtiyaç duydular. Daha geniş form olan kusursuz sorumluluğa postu attılar. Bu sorumlulukta olayın gerçekleşmesinde failin, ne kusuru ne de sebebi olmamasına rağmen bireysel ve toplumsal sorumluluk bunu gerekli kılıyordu. Kusursuz sorumluluk ilkesi, sorumluluğum en geniş formatını içermektedir. Kusurlu ve kusursuz sorumluluğun birlikte organizasyonuyla ancak birey ve toplumların huzuru sağlanabildi. Bu anlayış tehlikede iştirak yükümlülüğünü gerekli kıldı. Sigorta sözleşmeleri bu anlayışın ürünüdür.
Bireysel sorumluluğun yozlaştığı birey ve toplumlarda, bireysel sorumluluğun kurumsal sorumluluğa yetki devri yapıldı. Böylece sorumluluğun organizasyonu ancak kurumsal müessese ile sağlandı. Böylece sorumluluğun hukuki yaptırımı da sağlanmış oldu. Bugün sigorta sözleşmeleri, bireylerin sorumluluk hukukunun organizasyonu ve yaptırımından ibarettir. Kurumsallaşmayı anlayamayan birey ve toplumlar, klasik dönem birey ve aşiret anlayışını din gibi gördüler.
Oysa kurumsallaşma pek çok alanda yeni bir felsefeyi ve tecrübeyi gerekli kılıyordu. Bu dönüşüm, sosyo kültürel bir durum arz ettiğinden uzun bir zaman sürecini gerekli kılmıştır. Birey ve toplumların ferdi nitelik taşıyan sorumlulukları ile sosyal nitelik taşıyan dayanışmaları bir araya getirilerek yeni organizasyonlara gidilmiştir. Birey ve toplumlar bu terakki yolculuğunda kurumsallaşmayla ölmez değerler inşa etmişlerdir. (KUSURLU VE KUSURSUZ SORUMLULUK)
Keza ilk dönemin birey ve toplumunda, “hakkı kendin al” ilkesi hâkimdi. Bu ilkeyle, toplumsal barış ve huzur sağlanamadı. Birey ve toplumların huzuru için yeni formlara ihtiyaç duyuldu. Birey ve toplumlarda “ihkaki hak” anlayışından “hak aramak” anlayışı zorunlu oldu. Barış ve huzurun sağlanması için bu algı evrilmesi yaşandı. Yani hakkı sahibine teslim etmek için kurumsallaşma zorunlu oldu. Bazı toplumda klasik dönemdeki aşiret ve kabilelerin ihkakı hak anlayışı hala hâkim bulunmaktadır.
Klasik toplumlarda bireyel ihkaki hak bir çözüm olarak görüldü. Bu evrilmede beşer ilişkilerinde ciddi çatışma ortaya çıkarmıştır. Eşini dövmeden tutun da çocuğunu dövmeye kadar bir dizi tartışma yaşanmıştır. Bugün de yaşanmaktadır. İlk dönem cezai yaptırım, bireyleri devlet kılarken; artık devlet denilen örgüt kurularak kurumsallaşmaya geçilmiştir. Artık dövmek, hukuki bir zemine taşınmıştır. bireysellikten ve aşiret anlayışından çıkarılıp devletin ilgili kurumları tarafından, suçlunun tespiti yapılıp cezai müeyyide taktir edilmiştir.
Devletin ilgili kurumları, tarafların hukukunu gözeterek dövme işini uhdesine almıştır. Bizler hala beşerin çocukluk dönemi olan maziden hale bile gelemedik. Mazi beşerin çocukluk dönemidir. Hep çocuk kalmayı yeğledik. Ne delikanlı olduk, ne de büyüdük. Hep çocukluğa özendik. Bugün hemen her meselede bu kurumsallaşmaya geçilmiştir. Bu çağda hala dayaktan bahsetmek ne kadar da çocukluktur. Eşleri veya çocukların dövülmesi, ilk dönem cezai yöntemdir. Bugün bu cezalar kurumsal müessesleler tatafindan verilmesi zorunludur. (KURUMSALLAŞAN MÜESSESELER / KURUMSALLAŞAMAYAN MÜESSESELER) Saygılarımla.