Bir zamanlar sorumluluk diye bir kavram vardı. Uzunca bir süreden beri tanık olduğumuz olaylar bu kavramın artık sadece sözcüklerde kaldığını düşündürmekte. Günümüzde yaşanan olayların gerçek olduğuna inanmak çok güç. Bugün ülkemiz sayısız afetlerle karşı karşıya. Yangın, covidi unutturdu. Ardından gelen sel felaketi toprak kaymaları ve adeta depremi de getirdi. Şu anda bunlara ek kadın cinayetleri, trafik kazaları, ahlaki suçlar ve daha pek çokları tüm hızıyla devam etmekte. İnsanlar en yakınlarını ve yaşam boyu biriktirdiklerini kaybetmenin şoku içinde, sokakta, aç-susuz, umutsuz ve güvenini yitirmiş durumda. Ayni durumda olmayanlar ise çaresizlik ve suçluluk duygusuyla kendi durumuna şükredemiyor bile…
Televizyon ekranlarında gece ve gündüz bu olaylardan sürekli söz edilmekte, birilerini hedef gösteren ve suçlayan öfkeli konuşmalara ve grup tartışmalarına tanık olunmakta. Aslında ihmallerin ve diğer bazı nedenlerin sonuçlarını açıkça sergileyen bu olaylara hiç şaşırmamak gerekir. Ağaçların imar nedeniyle kesilmesi, yanlış yapılanmaya göz yumulması, evlerin, köprülerin yapılma aşamasında denetlenmemesi, derenin daraltılarak doldurulan dere yatağına evlerin yapılmasının görmezden gelinmesi gibi yanlışlıkların bu sonuçları doğuracağı çok önceden belliydi. Bilinen o ki bunlar her kesin önünde oluşmuştur. Kaldı ki bunların hepsi de bazı görevlilerin sorumluluk kapsamı içindeydi.
Doğa bugün olanlara isyan etmiştir. Doğanın bu haklı tepkisi tüm insanların bu umursamazlığına karşıdır. Çünkü her birimizin çevresini koruma sorumluluğu vardır. Hatta bu sorumluluk çocuk yaşta başlar. Bilindiği gibi “sorumluluk”, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesi zorunluluğudur. Bu tanıma göre yaşı ne olursa olsun her bireyin sorumluluğu vardır. Hatta bu sorumluluk çocuğun kendi odasını düzenlemesiyle başlar. Daha sonra bireyin sorumluluklarında, toplum, sınıf, gurup ve diğer bireyler karşısındaki özel politik-ahlaksal hukuksal durumunu içeren bir genişleme olur. Anılanlar her bireyin sorumluluk taşıdığını göstermektedir. Bir kimsenin yapmak zorunda olduğu ya da yaptığı bir iş ile ilgili gerektiğinde hesap verme zorunluluğu da yine sorumlulukları arasındadır.
Kişi çalışmaya başladığında bulunduğu konuma göre sorumlulukları artar. Görevlinin kendi eylemlerinin ya da yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi görev, yetki ve sorumluluğu gereğidir. Diğer bir deyişle sorumluluk her görevle birlikte gelir ve yapılan görevle ilişkilidir. Görevlerin yerine getirilmesinde doğru karar alınması, yetkinin yerinde kullanılması, çalışanları iyi eğitilmesi, iyi yönlendirilmesi, iyi denetlenmesi, iyi değerlendirilmesi ve geliştirilmesi yapılan görevin sorumlulukları kapsamındadır.
Kişinin bu görevleri layığıyla yerine getirebilmesi için, bilinçli olarak karar alma, toplumsal gereksinimlerin farkında olma, olası olumsuz durumlara tanı koyabilme ve bunları önleyici önlemler alma, gerekleri karşılama, toplumsal ve bireysel yaşamın çeşitli sorunlarına çözüm getirme ve insanların hem kendilerinin hem de başkalarının davranış tarzını değerlendirme ve sürekli geliştirme yetileri gerektirir. Ancak bir görevlinin anılan sorumluluklarını üstlenebilmesi için onun akıl ve ruh sağlığı yerinde, eylemlerinde özgür ve iyi-kötüyü ayırt edebilecek bilgi ve bilince sahip olması şarttır.
Sorumlulukların tümü anayasal insan haklarının korunması ile ilgilidir. Bu hakların korunması sorumluluğu devlete aittir. Devlet ayrıca kadın-erkek eşitliğini yaşama geçirerek kadın haklarının korunması yükümlülüğünü de yerine getirir.
Çocuk Haklarına dair Uluslararası Sözleşme, çocukların sahip oldukları hakları kullanabilmeleri için devlete ve anne-babaya belli sorumluluklar yüklemektedir. Bu da göstermektedir ki hakların kullanılması görev sahiplerine sorumluluk yüklemektedir. Olaylar, görev, yetki ve sorumluluklar ilişkilerini kısaca özetledikten sonra konunun daha fazla uzatılmasına gerek olmadığını düşünüyorum.
Saygılarımla