Geçen gün akademik kurulda taze doçent olmuş, kadro almış, genç arkadaşımın sözleri beni düşünmeye sevk etti. Genç arkadaşımız hüzünlü bir ifadeyle “Özel sektörde çalışan arkadaşlarımız bize acıyarak bakıyorlar, enayi misiniz ne işiniz var üniversitede diyorlar “ dedi.
Bu söz beni yıllar öncesine, yan dal asistanı olarak üst ihtisas yaptığım günlere götürdü. Benim ve üniversitede kalmayı isteyen tüm arkadaşlarımın gözünde doçent olmak, üniversitede bir kadro almak ne kadar muhteşem bir şeydi. Yıllarca kadrosuz veya düşük maaşlı bir kadroda hatta okutman kadrosunda çalışmaya razıydık.
Uzmanlığımı bitirip üniversitede geçici bir kadro aldıktan sonra sekiz yıl bu kadroda çalıştım, araştırma yaptım, yurt dışına gittim, dersler verdim vs. Bizler için bu fedakarlık değildi, bundan çok mutluyduk, amacımız profesör olup muayenehane açmak ta değildi ki açmadık, amacımız bizler için bir yaşam tarzı olan akademik hayatı dolu dolu yaşamaktı. Bunca yıldan sonra geriye baktığımda hiç de pişmanlık duymuyorum, özel sektörden gelen teklifleri geri çevirdiğim için de hiç pişman değilim, dediğim gibi bizler için bu bir yaşama biçimiydi, öyle de devam etti.
Bugünkü duruma gelecek olursak herkesin bildiği konuları tekrarlamak istemiyorum ama hayatında öğrenci yüzü görmemiş, doğru düzgün araştırma yapmamış kişilere ünvanların peynir ekmek gibi dağıtıldığı, bu ünvanların hastayı cezbetmek için kullanıldığı, kamu hastanelerinde her gün ne kadar puan yaptınız diye soran başhekimlerin ve puan toplama mücadelesinde olan arkadaşlarımızın olduğu ki onları ayıplamıyorum sistem böyle, bugünü konuşmanın bir anlamı var mı?
Nereden nereye geldik teranesini de yapmak istemiyorum, bizim zamanımızın harika olduğunu da öne sürmüyorum, doçentlik sınavlarında haminiz olan hocanız aramaz ise yanmıştınız, ağzınızla kuş tutsanız doçent olmazdınız, doçentlik alınmaz verilirdi, sınav öncesi tek tek jüri üyelerini ziyaret etmeniz gerekirdi vs. Bütün bu anlamsız uygulamaların iyileştirileceğine, günümüzde bu ünvanların içi boşaltılmış şeyler olduğu bir konumuna geldik, ne mutlu bize!!
Doçentlik kurallarına getirilen değişikliklerin, bu ünvanların verilmesinde bir iyileştirme getirmeye çalışması açısından kayda değer görüyorum ancak bu çalışmalar enfeksiyon nedeniyle ateşi çıkan hastaya ateş düşürücü vermeye benziyor, sorunun derinleşmiş içeriğine bir çözüm getirmiyor.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; Öncelikle hepimizin bilgi ve bilime olan bakışımızın değişmesi gerekiyor, merak eden, araştıran, okuyan bir toplum olabiliyor muyuz? Şimdilik gerçekten zor gözüküyor. Ünvanlar nedir ki, neden bu kadar önemli bizim için, hoş içi boşaltılmış ünvanların da anlamının olmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Ben gerçekten dünya çapında adı geçen bilim adamı olan kişilerin dışında tüm ünvanların çöpe atılması gerektiğini düşünüyorum. Biz zamanlar İspanya’da araştırma için bulunduğum bir enstitüde sadece 3 profesör vardı, dünya çapında araştırmaları olan danışmanım ise yeni doçent olmuş ancak hala kadro alamamıştı.
Yazımın başında belirttiğim genç doçent arkadaşımının söylediklerinin düşündürdükleri ile bitirecek olursam içimizdeki heyecanı tekrar ateşleyemediğimiz, akademisyenlere acınarak bakılan ortamı değiştirmediğimiz sürece daha çok kriterler gelir çok kriterler gider ama sonuç değişmez gibi görünmektedir.
Saygılarım ile.
14 yorum
Türkiyede sadece doktorluk mu var diğerleri bilim adamı değil mi siz sadece tıp bilimini öne çıkaryorsunux
Yorumunuz için çok teşekkür ederim, ben 35 yılımı verdiğim Tıp alanında bulunduğum için kendimden örnek vermek istedim, ancak sonunda tüm alanlar için genelleme yaparak bitirdim.
Saygılarımla
Bu yazıyı okuyup cevaben yukarıdaki yorumları yapanlar akademisyense yazının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.
Doğru tanı
Çok saçma bir yazı olmuş, her ülkede o kadar çok akademisyen var ki hepsini herkes tanıyor değil mi?
Peki üniversitede hocalar olmasa o öğrencileri kim yetiştirecek? Şimdi bütün içi boş? akademisyenleri atalım sonra bütün üniversiteleri boşaltalım sonra doçentlik kriterleri hafifletilsin öyle mi?
Yeni doçentlik kriterleri vatanımıza milletimize hayırlı uğurlu olsun gerçekten nitelikli kişiler doçent olsun tek dileğimiz bu…
Yorumunuz ve yazımı okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Ben tüm akademisyenleri atalım demedim, belki bu ironim yanlış anlaşılmış olabilir, ancak bu ünvanların akademik hayatın dışında ticari amaçlar ile her bilim dalı için kullanılmasına karşı olduğumu belirtmek istedim, doçentlik kriterlerinin hafifletilmesi ilgili bir önerim de olmamıştrı.
Saygılar
Toplumlar liyakati veya nepotizmi tercih ederler. Uydurdukları hukuka dayanan düzenleri ile iç veya dış sömürünün ağına düşerler. Bu da hayatın her alanına yansır.
Yazı değil, yorum çok saçma olmuş. Yazının, yapılan yorumun tam tersi bir içerik taşıdığı açıktır.
Başarılı bilim adamlarının tamamı bilimi bilim için yapmışlardır. Ünvan için değil. Doçentlik için yapılan bilimsel araştırmalar doçentlerde bir bilim yapma felsefesi oluşturamamakta, bu yüzden doçentlik sonrası çalışmaların devamı gelmemektedir. Bir keresinde bir doçent adayı bana “beraber yazı çizi işleri (akademik makaleyi kastetmişti) yapalım”, demişti.
Öncelikle ünvanlar bir prestij ve rant elde etme aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Kaynaklar her zaman sınırlıdır ve bilimi bilim için yapan ellerde toplanmalıdır.
Doçentlik kriterlerinin biraz zorlaştırılmasının nedeni herhalde “doçent sayısı çok arttı, biz de değersizleşiyoruz, bu yüzden biraz duralım” olsa gerekir.
Sözlü jüri dönemi daha zorlu gibi gorunsede iki makale ile docent olan şu an profesörler var. Kalitesiz adam araya koymayla şu an doçent olanlar var evet ama eski juri donemindede vardi. İnsan her dönem sistemin açığını yakalıyor. İnsanda kalite tanımını yapıp ilkokuldan itibaren aşılamak lazım.
Yazı doğru yerlere değinmiş ama hâlâ çok eksik ve her kesim için söylenmesi gereken eleştiriler söylenmemiş. Teşekkürler
Değerli hocam; görüşleriniz alanınız için isabetli olabilir, saygı duyuyorum. Sözel alanda ve üniversite dışında ama kamuda ülkemizin göz bebeği denilen kurumların birinde Dr. unvanı ile çalışıyorum. Mart 2023’te başvurdum ancak ” başarısız” bulundum. Jüri takdiridir, saygılar.
Üniversiteler proje vs. için bize geliyor ama biz derse girmek, YL ve Dr. dersi verip tez yönetmek isteyince bütün kapılar kapanıyor. İşin garibi de bize verilmeyen dersleri alan dışı hocalarımızın vermesi.
Demem o ki akademik unvanlar sadece üniversitelere mahsus ise açıkça yönetmelikle belirlenen ve bu iş bitsin. Yok eğer akademi dışında ve uygulamanın içinde olan bizlerin de akademiye katkı vermesi yararlı ise uygulama ve çıkarılan yönetmelikler gözden geçirilmeli. Saygılar.
Hocam elinize sağlık. Bir kaç şey eklemek istiyorum.
Öncelikle geriye doğru sorgulamanın sonu yok. Aydınlanma döneminde, kendi yaptığı çalışmaları Latince bir derste ve tüm akademik kadronun önünde anlatmadan akademiye girilmiyormuş örneğin. O dönemki bilim insanlarıyla konuşma şansımız olsa onlar da “Türkiye’de üniversite mi olur?” yahut “Latince ders anlatamayan profesör mü olur?” diyebilirler. Herkes kendisini haklı görür bu konularda. Bugün bir kongrede doçentlik kriterlerini eleştirmeye kalksanız herkes bir şeyler söyler fakat peki aramızda doçentliği hak etmeden alan var mı deseniz kimse el kaldırmaz. Hasılı, üzerine tam bir anlaşma sağlanması mümkün olmayan bir konu belki de.
İkincisi, doçentlik Alman akademisinin bir ünvanı olup esasen zaten habilitasyon yoluyla akademi dışından kişileri eğitim ve araştırmaya kazandırma amaçlı bir olgu. Türkiye’de uzun süre akademinin tekelinde kalması iyi midir kötü müdür çok tartışmalı aslında. Örnek vermek gerekir ise Gazi Yaşargil ve von Neumann gibi büyük bilim insanları da henüz akademik kadro almadan Privatdozent ünvanı almışlardır. Bugün bunu neden biz de uygulamayalım?
Üçüncüsü sizlerin verdikleriniz emekleriniz için çok minnettarım ve tebrik ederim fakat o emeklerin arkasında başla bir çok şeyin olduğunu da konuşmamız gerekir. Örneğin akademide kalmak için uzman hekim veya eski kadro ile yardımcı doçent iken çekilen o sürecin ciddi bir kısmı hocaların egolarını tatmin etmek, klinikte yapılan aşikar sorunları göz ardı edip susmak, angarya işleri yapmak, gerekirse hatta birilerinin hak etmedikleri gelirlerinin alt yapısını sağlamak üzerineydi. Siz şahsen bunları yapmışsınızdır demiyorum tabi ki. Fakat bir çok klinikte o sürecin böyle geçtiğini de biliyoruz, gördük.
Son olarak size kesinlikle katıldığım nokta şu ki: akademik tüm ünvanlar sadece ve sadece akademi içinde kullanılmalı. Alınan ünvanın ileriye yönelik yükümlülüğü mutlaka olmalı. Örneğin doçent olmuş bir kişi mutlaka devletin ona verdiği eğitim hizmetini karşılamalı (bu noktada yine doçentlik ünvanının tarihsel olarak temelde bir eğitici ünvanı olması sebebiyle araştırma konusunda direkt yorum yapmıyorum) ve tüm akademik ünvanlar hiç bir şekilde ne muayenehanelerde, ne TV programlarında, ne mezar taşlarında (o da var :)))) kullanılmamalı diye düşünüyorum.
Saygılarımı sunarım.
”İÇİ BOŞALTILMIŞ ÜNVANLAR” çok acı ama gerçek bir tespit. Bu ünvanları alanları içi boş mu dolu mu diye test etmek için uluslararası kuralların geçerli olduğu bir hakem heyeti önünde sınav yapmak lâzım. 33 yılını bitirmek üzere olan bir hekim ve cerrah olarak sırf ülkemizde şu kadar akademisyen var demek için peynir ekmek gibi ünvan dağıtılmasından ülkem adına utanç duyuyorum.
Sistematik itibarsızlaştırma!
Devlet hastanesinde profesörüm, bu ünvanı kullanmaktan utanıyorum! Öğrencim yok, hastaya ders anlatmıyorum bu ünvanı niye almak zorunda kaldım!
Akademik ünvanlar üniversitelerde eğitim alanlarına sınırlandırılmalı. Muayenehane ve özelde ünvanlar iptal edilmeli! Üniversite hastanesinde hekimlik yapanlar için ayrı mesleki ünvanlar olmalı, uzman şef direktör vs herneyse . Yani okulda ders anlatırken hoca, hasta bakarken meslek ünvanımız uzman doktor kullanılmalı, biz üçkağıtçı değiliz bir okul ünvanıyla hasta bakmak istemiyorum! Gelişmiş ülkelerde zaten böyle durum, ders anlatırken hoca hasta bakarken uzman!