Aslında Tam Gün’le ilgili bir yazı yazmayı hiç düşünmüyordum. Öğretim üyesinin mevcut bilgi birikimini hedef kitlenin hizmetine tam olarak sunabileceği ekonomik ve sosyal şartların sağlanabildiği “tam gün hizmetin” gerekliliğine ve bu ortamın yalnızca bugün ifade edildiği şekliyle hekimlerle ilişkilendirilmeden tüm öğretim üyelerini kapsaması gerektiğine inanan bir öğretim üyesiyim. Toplum, öğretim üyesinin bilgi birikiminden azami faydalanmalıdır. Öğretim üyesinin hedef kitleye özgürce ulaşması önündeki engeller kaldırılmalıdır. İdari görevlerim esnasında bu düşüncem değişmedi, daha da güçlendi. Bugün gelinen nokta ise benim geleceğe endişe ile bakmama yol açtı.
Basınımızdan öğrendiğimiz, Sayın Sağlık Bakanımızın “Tam Gün Yasası’nın amacının, üniversitelerde eğitimin ve araştırmanın çok daha iyi bir seviyeye gelmesi olduğunu belirterek, tıp fakültelerindeki 10 bin öğretim üyesinden 600’ünün tam gün esasıyla çalışmadığını, tartışmaların da bu 600 öğretim üyesi üzerinden yürütüldüğünü söyledi.” ifadesi ile 600 öğretim üyesini ve dolayısıyla sağlık sistemi içindeki etkilerini küçümseyici bulduğum ifadesi, inanıyorum tüm öğretim üyelerini üzmüştür. Dilerim, bu benim yanlış algılamamdır. Bu ifadenin ortaya konan tam gün ruhuyla bağdaşmadığına inanmaktayım. Bir kere açık telaffuz etmekte yarar var. Bu 600 öğretim üyesinin hemen tümü akademik kadroları “profesör”, alanında başarılı öğretim üyeleridirler. Yeni kurulmuş tıp fakültelerimizin büyük çoğunluğunda, büyük şehirler dışındaki fakültelerimizin önemli bir kısmında yetişmiş öğretim üyesi sıkıntısı yaşanırken, bu öğretim üyesi grubunu vazgeçilebilir görmenin açıkçası doğru olmadığına inanıyorum. Bu öğretim üyelerimizin sayısı, en az 10 tıp fakültesinin eğitim-öğretim-araştırma hizmetlerini yürütebilecek kalifiye kadrodur. Özel hastanelerdeki kadro kısıtlamasının kaldırılması durumunda hemen tümünün öncelikli istihdam edileceği hekim grubudurlar.
Türkiye; lisans ve lisansüstü (doktora, tıpta uzmanlık …) tıp eğitiminde dünya standartlarında her türlü eğitimi sunan kendi akademik kadrosunu oluşturmuş ve dünyayla entegre olmuş ülke konumundadır. Yaptığımız değişikliklerin bu sisteme etkilerini iyi hesaplamalıyız. “Fakültelere uzman hekimleri atar, öğretim üyelerinden boşalan boşluğu doldururum ya da hastalarımızı yurt dışına göndeririz” anlayışı ile bir yerlere varamayız. Mevcut yönetim baştan itibaren bir hedef ortaya koymuştur: “Tam Gün’e geçme. Demokratik usullerle milletten destek alan yasama ve yürütmenin bu tercihine herkesin saygı duyması doğal olandır. Aslında bu tercihler ilk kez yapılmıyor. Eleştiriler de ilk kez yapılmıyor. Eleştiriler hem olumlu yönde hem de olumsuz yönde. Tıp fakültelerinde performans sisteminin ifade edilen yararı sağlamayacağı, tıp fakültelerini hizmet hastanelerine dönüştüreceği ve eğitim-öğretim-araştırma faaliyetlerinin sekteye uğrayacağı yaygın olarak ifade edilmektedir. Aslında tarafsız bir gözle bakıldığında böyle de olmaktadır. Ortada buu ve bunun gibi endişeler varsa, ortada sorunlar varsa, ortada mutsuz bir hekim kitlesi (sayılarını parmakla saymadan) varsa hiç yüksünmeden onların endişelerini ve sorunlarını telafi edici adımları beklemek onların haklarıdır. Bu öğretim üyelerimizin fakültelerinde tüm faaliyetlere katılacak şekilde istihdamlarının sağlanması hem ilgili fakülteleri güçlendirir hem de “tam gün”den arzulanan hedeflere daha kolay ulaşılır.
Mevlana der ki;
“Yarla hoş geçinen kimse, yarsız kalmaz…
Müşterisi ile uzlaşan tüccar, müflis kalmaz…
Ay, geceden ürkmediği, karanlığından kaçmadığı içindir ki nurlandı…
Gül, o güzel kokuyu, dikenle hoş geçinmekle kazandı…”
Bilmem anlatabildim mi?