Daha önce bu sütunda “Muhafazakar Demokrasi” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazı nedeniyle bazı sosyal demokrat arkadaşlarım benim muhafazakar demokrat olduğum sonucunu çıkartmışlar. Daha önce değişik konularla ilgili görüşlerimi anlattığım yazıları okuyan okuyucularımdan, “sen solcu musun?” tarzında tepkiler almıştım.
Okuyucularımın bu tepkilerine saygı duymak dışında bir şey söylemek bize düşmez.
Biz evrensel değerleri ilke olarak benimseyip eşya ve olaylar hakkında görüş bildirmekle görev yaptığımız inancındayız.
Günümüzde, gündemin tartışılan “sol” ve “sosyal demokrasi” konuları hakkında görüş bildirmenin ‘umulur ki yararı olur’ diye başlığımızı seçtik.
Sağcılık, solculuk günümüzde içi boşaltılmış ve yozlaşmış kavramlardır. Teori ve pratikleri bir bütünlük oluşturmuyor. Her iki sözcüğünde uygulanabilirliği artık kalmamıştır.
Solu 1789 Fransız Devrimi’nden başlatırsak, meclis salonlarında sol tarafta oturmakla kendimizi tatmin mi edeceğiz? Sağcılar da sağda oturursa ortada kimler oturacak?
Hakkında milyonlarca kitap yazılmış sol ideolojiyi, meclisteki konuşlandırmaya bağlayarak küçük gördüğüm zannedilmesin. Oturanların yerlerini değiştirirsek zihniyetlerin değişmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ama yinede solcu olduğunu söyleyenleri solda oturtuyoruz.
Sol ideolojiyi Marksist kökenli olarak alırsak, emek, sermaye, üretim, üretim ilişkileri ve üretim araçları gibi ciddi kavramları parametre olarak kullanmamız gerekir.
Ancak yozlaşmış bir sol ideolojide emeği halktan, söylemi sol aydından bekliyoruz. Bankası olan solcular, üretici olan sağcılar görüyoruz. Üretim ilişkilerini ayarlayan sağcılar, üretim araçlarını tüketen solcular gözlüyoruz. Marksist felsefeyle uyuşmayan böyle bir solculuğu da Marksist kökenli görmek en azından tarihi yanılgı olur.
Diyeceğim o ki, artık yozlaşmış bir sol anlayışı bırakalım ve “sosyal demokrasi” kavramını konuşalım. “Atatürk solcudur” diyerek bir yere varamayacağımızı anlayalım.
Altmışsekiz kuşağının yakın tarihimizde dillendirildiği, ivme kazandırdığı ve kullandığı sol söylem, adaletsizlik, işsizlik ortamlarında karşılık bulmuş ve değer kazanmıştır.
Otuzbeş yıldır kullanılan bu argümanlar sol aydınların söyleminde kalmış, eylemiyle örtüşmemiştir.
Adaletsizliğe çare olamamıştır.
İşsizliğe çare olamamıştır.
Eşitsizliğe çare olamamıştır.
Özgürlüğe çare olamamıştır.
Oysa Avrupa ülkelerinde sosyal demokratlar bu konulara çare olmuşlardır. Demokrat kişilik edinerek, demokrasiyi savunmuşlardır.
İnsanı evrensel anlamda benimsemiş ve bu felsefe ile insana saygı duymuşlardır. İnsanlar arasından hiç kimseyi ikinci sınıf vatandaş görmemişlerdir.
Emekçi olmadan emeğe saygıdan söz etmemişlerdir.
Sermayeyi güdümleyerek “kahrolsun kapitalizm” diye haykırmamışlardır.
Halkın kurduğu dernek ve vakıfları yok etmek için çırpınmamışlardır.
Devletin kurduğu kurumlara sivil örgüt dememişlerdir.
Güdümlü demokrasiyi destekleyerek paylaşımcı olmaya kalkmamışlardır.
Halka, haklı olarak “kızlarınızı okutmalısınız” diye mesaj verip, sonra da üniversiteye girmelerini engelleyen yönetmeliklere sıcak bakmamışlardır.
Toplumsal dayanışmayı bozup, toplumsal barış sloganını kullanmamışlardır.
İnsan haklarını yozlaştırıp, kadın haklarını bayraklaştırmamışlardır.
Devrim felsefesini unutmayıp, sürekli gelişmeyi gerçekleştirmişlerdir.
Sosyal demokrasinin dünya görüşüne Türkiye’nin ihtiyacı var.
Yeter ki, ilkelerini oluşturan kavramların içi bilimsel, bağımsız ve evrensel düşünce ile doldurulmuş olsun.
28
önceki yazı