Klasik dönemdeki kefalet müessesesi bugün yeteri kadar geliştirilememiştir. Oysa en ciddi müesseselerden biri de kefalet müessesesidir. Biz bu yazımızda devletin, vatandaşına kefaleti üzerinde duracağız. Devlet, vatandaşına iş ve aş sağlamak zorundadır. Bugün gençler iş bulmak için yollara düşmüşlerdir. Her birinin bin bir umudu bulunmaktadır. Hayattaki hukuksuz ve adaletsiz iş hayatını gördüklerinde, bütün umutlarını yitirmektedirler. Dengeli bir ücret politikamız da bulunmamaktadır. Öyle ki bugün riba’nın adını referans ve torpil koymuşlar. Kökleri riba’dan beslenen insanlar, faizin haram olduğunu söyleyip dururlar. Hak etmediğin makam da, para da bir insan hakkı ihlalidir. Bu makamdan elde ettiğin gelir de ribadır. Keza dün olduğu gibi bugün de referans ve torpille adeta aristokrat sınıf oluştu. Devlet vatandaşına iş ve aş konusunda adil ve objektif olmak zorundadır.
İslâm dini, Müslümanların yardımlaşmalarını ve birbirlerine destek olmalarını, borçlunun borcunu ödemesine yardımcı olunmasını, genel ahlâkî bir ilke olarak koymuştur. İslâm fıkıh doktrininde bu amacı sağlamaya yönelik bir dizi tedbir hükümlerine ve teminat gayeli akit türlerine yer verilmiştir. Müslümanların tehlikeye uğrayan Müslüman kardeşlerine karşı bireysel sorumlulukları, ancak toplumsal kefâlet organizasyonlarıyla sağlanabilir. Bu kefâlet sorumluluğunun organizasyonunu, işin tabiatı gereği ya doğrudan devlet ya da dolaylı olarak devletin denetimi ve gözetimi altında özel hukuk tüzel kişileri yaparlar. Yani devlet, Müslim veya gayrim müslim vatandaşları, tabî ve sosyal nitelikli tehlikelere maruz kaldıklarında sosyal güvenliklerini temin ile mükelleftir. Bu manada devlet, vatandaşlarının iş ve aş güvenliğini sağlamaya kefildir. Bu kefâlet sorumluluğunun gereği olarak devlet, iktisadi tehlikeye maruz kalan vatandaşlarının iş güvenliğini temin için gerekli organizasyonları yapar. İslâm, devletin kendi vatandaşlarının geçimlerini garanti altına almasını farz kılmıştır. Devlet bu görevini iki şekilde yürütür.
Devlet ne denli bozulmuşsa, kanunların sayısı o denli fazladır.
Birincisi devlet, bireyin öncelikle kendi emeği ile geçimini sürdürmesi için çalışmasına, ekonomiye katkıda bulunmasına imkân ve fırsat hazırlar. Çalışmaktan ve geçimini temin etmekten aciz ise veya çalışma gücü bulunduğu halde devlet vatandaşına iş imkânı sağlayamıyorsa, devlet bu kefâleti sebebiyle vatandaşının ihtiyaçlarını karşılamak ve belli bir ölçü dâhilinde onun geçimini temin etmekle yükümlüdür.
Devlet tehlikelere karşı kefili olduğu vatandaşlarının iş ve aş güvenliğini sağlaması için de ya “Genel dayanışma ilkesini” ya da “Umûmî servet kaynakları üzerindeki hakkının” organizasyonunu devreye sokarak temin eder. Zira devletin en önemli kuruluş sebeplerinden biri de bu işsizlik tehlikesine karşı, vatandaşlarının sosyal güvenlik ihtiyaçlarını sağlamasıdır. Devletin bu iş ve aş güvenlik teminatı doğal sorumluluğu olarak kabul edilmiştir. Sosyal garantinin birinci esası, Müslümanlar arası sosyal dayanışma olup devletin bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapma yetkisi bulunmaktadır. Zira sosyal devlet, kendi imkânları dâhilinde verdiği sosyal garantinin gereklerini yerine getirmekle mükelleftir. Teminat verilen bu sosyal garantinin ölçüsü, bireyin zarûrî ve hayatî ihtiyaçlarına yöneliktir.
İkincisi devlet, adeta Müslümanlar arasında iktisadi tehlikeye uğrayanlara zekâtın dışında sosyal daayanışma gereği gücü yerinde olan Müslümanların birlikte müteselsilen kefâletini organize eden bir müessese durumundadır. Keza devletin bu sosyal güvenliği yerine getirmede, bireyleri zorlama yetkisi de bulunmaktadır. Bu hak gereğince devlet, Müslüman bireylere vekâleten, görevi icabı bu organizasyonu yaparak onları tehlikelerin sonuçlarına karşı güvence altına alır. Bu sosyal güvenlik tekeffülünün miktarı, devletin ekonomik durumuna göre değişebilse de genellikle zaruri ihtiyaçlarını kapsamına alır.
Devlet, belirli tehlikelerin gerçekleşmesi durumunda, ödenecek teminatın vatandaşlar arası müteselsil kefâlete kefil vasfıyla teminata, bu işlemi organize etmesi hususunda ise vekil pozisyonundadır. Tehlike gerçekleştiği takdirde vatandaşlar arasında müteselsilen ve birlikte sorumluluk hükümleri geçerli olur. Bu yönüyle devlet, vatandaşların kendi aralarında vukuu bulan bir tür kefâlet sözleşmesini organize etmektedir. Bu durumda vatandaşlar birbirine müteselsil kefil olduklarından, kefâlet, kural olarak ivazsızlık niteliğini de muhafaza eder. Kefâlet sözleşmesinde devlet, kefâletten yararlanan tarafın lehine olmak üzere, kefâlet ilişkisi varlığını korurken, vatandaş vekâlet sıfatıyla, vatandaşlar arasındaki zımni müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu, yani tehlikelere karşı birlikte sorumluluk ilkesi gereği, aralarındaki organizasyonunu gerçekleştirir.
Toplum birbirine müteselsilen kefildir / sigortalıdır. Devlet vatandaşının hem kefili, hem de vekilidir.
Günümüzde Müslüman toplumların, mevcut yeni şart ve imkânlara göre sosyal yardım ve sosyal dayanışma müesseselerini geliştirmesine, tarihteki bireysel yardım teşebbüslerinin yerini kollektif faaliyetlere terk etmesine ciddi ölçüde ihtiyaç vardır. Çünkü bireysel teşebbüs ve başarıların hâkim olduğu Müslüman toplumlarda, artık güçlerin birleştirilmesinin önemi anlaşılmış, önemli ve kalıcı sosyal güvenlik uygulamalarının yapılabilmesi bu alanda sosyal dayanışma müesseselerinin kurulması adeta bir tür kollektif organizasyona bağlı hale gelmiştir. Bu saik birey ve kurumları, hem kendi hem de toplumun uzun vadede geleceğini ilgilendiren organizasyonlara yöneltir. Zira iktisâdî yapının genelde tarıma dayandığı toplumlarda geçmişteki yardım sandıkları şeklindeki âdi ortaklıklar, mahdut sayıdaki insanlardan teşekkül etmiş, aşkın değerlerin kuvvetli olmasıyla da yürürlük kazanmıştır. Ancak, birey ve toplumlar, toplumsal yapı ve şartların değiştiği, aşkın değerlerin zayıfladığı toplumlarda nasların genel ruhundan hareketle, ilke ve amaçlara uygun yeni sosyal dayanışma yapılanmalarına gitmeleri istihsânen gereklidir. Zira istihsân, çağlara göre değişmeyen genel kurallarla, şartlara ve zamanlara göre değişebilen özel normların pratik göstergesidir.
Sonuçta; mal ve can güvenliğini çeşitli şekil ve derecelerde tehdit eden tehlikelerin zararlarına maruz kalan bireylere, kefâlet sorumluluğu bulunan devlet veya onun oluşturacağı araçların organizasyonlarıyla teminat verilmesinin gerekliliği anlaşılmaktadır. Klasik ifade ile şahsa ve mala kefâlet, kefâletin konusu olan mal ve can güvenliği tehlikelerinin geniş manada sorumluluğunun yüklenilmesi anlamını taşır. Kefâlet müessesesi yeteri kadar iyi geliştirilemediğinden de günümüzdeki sosyal güvenlik tedbirlerinin adının belirlenmesinde de sıkıntılar çekildiği kanaatindeyiz.