Çağımızın en büyük buluşu ve aynı zamanda en büyük sosyal hastalığı internet. Yerimizden kalkmadan siparişler veriyor, ödemeler yapıyor, bazen para kazanıyor çoğu zamanda kaybediyoruz. Fakat sonu nasıl olursa olsun bu kısır döngüye bağlı yaşıyoruz. Yediden yetmişe herkesin cebine giren küçük bilgisayarlar sayesinde aradığımız bilgi anında önümüze gelirken aramadığımız işime lazım olmayan bilgilere de ulaşıyoruz. Çünkü internet artık dünyanın en büyük çöplüğü durumunda. Sebebi bilinmez ama insanlar bu çöplükte yaşamaktan o kadar mutlu ki, oradan ayrıldıkları zaman kendilerini eksik, yalnız, işe yaramaz hissediyor. Dijitalleşme, internet ve iletişim teknolojisi çağında, iletişimi kolaylaştırmayı ve dünyadaki nüfusun çoğunluğu için bunu erişilebilir hale getirmeyi takdir etmekten başka bir şey yapamayız. Tabii ki, tüm başarılar olumludur ve ortaya konulma işlevleri tarafından gerekçelendirilir. Ancak sorun her zaman, bu başarıların kullanılma şeklinde yatıyor. İletişim teknolojisi kullanımının neyi simgelediği ve bilimsel olarak incelemeye değecek ve sorgulanabilecek hangi gerçekleri ortaya çıkardığı açısından önemli gördüğümüz bazı özelliklerin baskın olduğunu gözlemliyoruz. Aslında bu gözlemlerden ilki sosyal medya ağlarına yönelik yoğun rağbet olgusudur. Rakamlar Twitter, Facebook, Instagram ve bu gibi platformların milyonlarca insan tarafından kullanıldığını ortaya koyuyor. Ayrıca kullanıcıların bu platformları -işte burası işin en önemli kısmı- gün içerisinde saatlerce kullandığını gösteriyor. Avrupa toplumlarına kıyasla Türkiye toplumunun sosyal iletişim ağlarına harcadığı süre çok daha fazla. 2019 yılı araştırmasına göre 82,4 milyonluk Türkiye nüfusunun %63’ünü oluşturan 52 milyon kişi, aktif olarak sosyal medya kullanıyor. Bu da bir nevi sosyal medyaya aşırı derecede bir düşkünlük ve bağımlılık olduğunu gösteriyor. Bunun boşluk hissi ve eksikliği tamamlama arzusundan kaynaklı bir problem olduğu açık. Bu problem zamanla farklı boyutlarda başka birçok probleme evrilir. Zira sanal ortama saatlerce bağımlı kalma olgusu, gerçek dünyanın kendisinden ciddi derecede uzaklaşmak demektir. Sosyal medya platformlarının sık kullanımı asosyal, yalnızlaşan ve giderek içine kapanan bir toplum yaratıyor.
Neden interneti seviyoruz?
İşsizlik olgusu ile sanal dünya takıntısı arasındaki ilişki nedir?
Gerçek hayatta hissedilen boşluk ile sanal bağımlılık arasındaki bağlantı nedir?
İşin değerinin takdir edilmesi için zaman ayrılması ve gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğini göz önüne alırsak, sosyal medyada hangi limite kadar harcanan süre işi boşladığını gösterir?
Ünlüleri takip ederek onlar gibi olmaya çalışıyoruz. Onları +Beğen ikonlarıyla mutlu ettiğimizi sanıyor kendimizce yaptıklarını beğenerek onurlandırıyoruz.
Acaba beni kaç kişi beğenir, yaptığım bu dudak hareketine kaç yorum alırım, acaba kızlar mı erkekler mi daha çok takip ediyor, düşüncesiyle yaşıyoruz.
Yeter ki birileri beğensin de her şeyi yaparım düşüncesiyle hareket ediyoruz.
Bazı arkadaşlarımızı takip etmekten vazgeçerek sözde onları cezalandırıyoruz.
Okumadığımız bir yazarın sanal hayranı oluyoruz.
Paylaştığımız sözün Hz. Mevlana’ya mı yoksa Yunus Emre’ye mi ait olduğunu bilmeden yaşıyoruz.
İnsanların duygularını sömürerek para kazanan simsarları mutlu ediyoruz.
Klavye savunmasında diğer ülkelere göre açık ara öndeyiz.
Hasta fotoğraflarına üzüldüğünüz kadar hasta komşunuza da üzüldünüz mü?
Yaptığınız yorumları bir tartın ne kadarı gerçekten sizin düşünceniz, yoksa birileri görsün de tarafımız belli olsun diyerek mi yapıyorsunuz?
Tüm dünyadaki internet trafiğinin %62’si porno odaklı siteler için çalıştığı halde, bu mecraya bulaşmamak olası mı?
İhtiyacınız olmadığı halde sağda solda yanıp sönen reklamlar sizi alışverişe sürüklemiyor mu?
Sırf kargo parası vermemek için daha da fazlasını almadınız mı?
Şok şok şok diyerek manşet atılan haberlerden kaç tanesi sizi ilgilendiriyor?
Önceden belli başlı şirketlerin elinde olan internet artık çocukların kullanacağı seviyeye inmişken, bu kadar bilgi kirliliğine ve yalan habere rağmen…
Şimdi ben bu internete çöplük demekte haksız mıyım?
Sosyal medya ve onun hayatlarımıza getirdiği sayısız kolaylık olmasına rağmen aslında belki de bir çoğumuzun yaşadığı ama kendine bile itiraf edemediği birçok problemi de beraberinde getiriyor. Tıpkı sigara ve alkol gibi sosyal medyanın da hayatımızda ciddi bir bağımlılık yarattığı da bir gerçek. Peki bizler bunu ne kadar kabullenmiş durumdayız?
Sabah uyanır uyanmaz elimize ilk aldığımız şey genelde telefonumuz oluyor.
Gündemde neler olmuş merakımızdan ziyade çoğunlukla da kim nerede ne yapmış sorusunun cevabını arıyoruz. Telefonlarımız hayatlarımızı o kadar ele geçirmiş durumda ki sadece bir gün onu evde unutsak elimizi kolumuzu kaybetmiş gibi hissediyoruz. Bu bağımlılık, en yaşlımızdan en gencimize kadar toplumun her kesiminden insanı ele geçirmiş durumda.
Sosyal medya fenomenleri dediğimiz bir kesim tarafından, yaşadığı hayattan keyif almak yerine onların hayatına özenen insanlara dönüştürüldük. Giyim tarzımızdan, konuşma biçimimize, yeme alışkanlıklarımızdan, güzellik anlayışımıza, ev dekorasyonumuzdan gezdiğimiz yerlere kadar insan olmanın en temel unsuru olan hayat tercihlerimizi bile sosyal medya tarafından bize gösterilenlere göre şekillendirir olduk.
Sosyal paylaşım sitelerinin geneline baktığımızda kadın ve erkeklerin bir ideal güzellik anlayışı çerçevesinde hareket etmeye başladığını tespit etmek artık pek de zor değil. Hiç kimse kendisi olmaktan memnun değil! Bu sitelerde gördükleri insanlara, vücutlara sahip olmak ve onların yaşadığı hayatları yaşamak istiyorlar.
O yüzden de bedenlerini sevmeyen, sürekli kendi kusurlarını gören, tüm parasını estetik operasyonlara yatıran, ölüm diyetleri yaparak sıfır beden olmaya çalışan kadınlar ve kas yığınına dönüşmüş erkekler görüyoruz. Özgüvensizliğin mutsuzlaştırdığı bir toplum haline dönüşüyor ve sosyal medya bağımlılığının ağına iyice yapışıyoruz. Artık o koca böcek tarafından yenmemiz an meselesi!
Sosyal medya ağlarına girdiğimiz her an her biri birbirinin aynı milyonlarca görsele maruz kaldığımız bir çöplüğe düşüyoruz. Bu çöplük her geçen gün en yakınımızdaki insanları da içine alıyor. Artık sergilere gidip eserleri inceleyen insanlarla değil o eserin önünde fotoğraf çektirip paylaşmak isteyen insanlarla karşılaşıyoruz.
Birlikte yemeğe çıkıp güzel sohbetler eden insanlarla değil yemeğinin fotoğrafını çekip yer bildirimi yapmakla ilgilenen insanlarla karşılaşıyoruz ve giderek yalnızlaşıyoruz. Durum aslında o kadar ciddi ki artık birileri bıçaklanırken bile yardım etmek yerine telefonlarının kamerasıyla video kayıt yapan insanlar görüyoruz. Sosyal medya bağımlılığı bizleri birbiriyle iletişim kurmayan, birbirini anlamayan ve duygusuz insanlara dönüştürüyor.
Bu çöküşü durdurmanın pek de kolay olmayacağını baştan söyleyelim. Öncelikle belirttiğim gibi alkol, sigara gibi sosyal medyanın da ciddi bir bağımlılık olduğunu kabul etmeliyiz. Bu bağımlılıktan kurtulmak için işe telefonlarımızdan uzaklaşmakla başlamalıyız. Mesela kendimize bazı kurallar koyarak telefonla geçireceğimiz süreleri belirleyebiliriz. O süre dolunca ne olursa olsun telefonu elinizden bırakın. Merak etmeyin siz takip etmeyince dünyanın sonu gelmeyecek! Sevdiklerinizle anın tadını çıkarın. Ailenizle kıymetli vakitler geçirmenin yollarını aramalısınız. Karşılıklı sohbet etmek, doğa yürüyüşü yapmak, güzel bir film izlemek, beraber yemek yapmak gibi aktiviteler ile aile bağlarınızı da güçlendirecektir. Mesela telefonsuz bir akşam yemeği güzel bir başlangıç olabilir. Haydi başlayın!
Sorun şu ki sanal dünya bağımlılığı yetişkinleri, çocukları ve gençleri kapsıyor ve aile, arkadaşlık vb. tanıdık sosyal ortamlara karşı soğukluğa yol açıyor.
Odaklanmaya değer bir başka nokta ise, sosyal medya ağlarının saldırgan ve şiddet içerikli davranışlarda bulunarak bir başkasına zarar vermek için kullanılması.
Aslında, bu ağların birincil amacı, insani kültürü zenginleştirecek ve daha çeşitli hale getirecek şekilde tanışma, katılım ve karşılıklı fikir, bilgi, gelenek, hikâye ve deneyim paylaşımı için insanlar arasındaki iletişimi kolaylaştırmaktır.
Başkalarıyla paylaşmak üzere başarı veya başarısızlıkla ilgili deneyimler ve hikayeler sergilemenin kişinin kendisiyle daha çok barışık olduğu bir kültür ve deneyim ile sahibi arasında bir ayrım yapılmasını gerektirdiğini düşünüyorum.
Ancak elbette bu, paylaşmayı ve iletişimi zarar vermekle değiştirmek veya toplumlarımızın pozitifliğin yanı sıra umut verici ve teşvik edici mesajlara değer vermesi gereken bir zamanda olumsuz değerleri yaymak için bu iletişim penceresini kullanmak anlamına gelmez.
Sosyal medya takıntısı, psikolojik, sosyal, kültürel ve medeniyet yönünden rahatsız edici bir fenomen ve sağlıksız bir belirti olmaya devam ediyor.
İlle de bir şeye saplantılı olmak gerekiyorsa, bırakın bu işe, pozitifliğe ve yaratıcı katılıma olsun.