Bilim ve özellikle de teknolojinin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmasından beri, okuryazar olan nerede ise hemen herkesin, yediğinden içtiğine, sevincinden kederine, hastalığından eğlencesine kadar, mahrem olsun olmasın, sıkılmadan her şeyini sanal arkadaşları bir yana, herkes ile paylaştığı sosyal medya iletişim araçlarını gayet başarılı(!) bir şekilde kullandığı malumunuzdur.
Bu arada, bütün bunların bir nimeti(!) olarak “Google Doktorları, Facebook Profesörleri, Twitter Hoca ve Müftüleri…”(!) türediğini de göz ardı etmemek gerekir. Hastaları için Yâ Sîn oturumları(!) ve toplu dua(!) seremonileri isteyenlerden tutun da mahremiyet kavramından bihaber, rapor, tahlil ve tetkiklerini damat arar gibi görücüye çıkartanları hangi gruba dâhil edeceğimizi bilemiyorum.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, CD ve dosya muhteviyatını kargo ile bize ulaştırıp, inceledikten sonra düşüncelerimizi havi bir raporla beraber, tekrar iade edilmesi talimatını(!) verenlerle birlikte, hastalarının bütün dosya dokümanlarını, tetkik, tahlil, CT, MR, anjiyo ve reçetelerini, ilaç kutularının resimlerini, e-mail, WhatsApp ve Messenger vasıtası ile göndererek, reçete yazılmasını ya da tedavi ve ameliyatlarının doğru olup olmadığını öğrenmek isteyenlere cevap yetiştirmek, bu yöntemin yanlış, etik dışı ve zararlı olabileceğini anlatmak zorunda kalıyoruz.
Bazıları ise telefon etme zahmetine bile katlanmadan, yorumlarımızı, düşüncelerimizi ve reçetelerimizi mesaj yolu ile kendilerine iletmemizi istemekte ve bunun kendilerinin bir hakkı, biz hekimlerin de görevi olduğunu düşünmektedir. Cevap vermediğimizde de kendini beğenmiş, insafsız, burnundan kıl aldırmayan, kibirli, dertten anlamayan, bigâne(!) durumuna düşürülüyor ve suçlanıyoruz.
Bu nedenlerden dolayı zaman zaman sosyal medya hesaplarımdan, bu tür talep ve yöntemlerin doğru olmadığını, bazen de zararlı olabileceğini ifade ederek, insanların dikkatlerini çekmeye çalışıyorum. Hekim meslektaşlarımın çoğunun, bu ve bunun gibi hasta ve hasta yakınlarının tıp ahlakına ve deontolojiye mugayir taleplerinden muzdarip ve müşteki olduklarını da çok iyi biliyorum.
Bu arada yeri gelmişken, bu husustaki paylaşımlarımıza, gerek toplumsal ve gerekse kişisel algı bozuklukları veya sağlık problemleri nedeni ile hekimlere karşı besledikleri kin ve haset duygularını, hipokampal ve hipotalamik kıskançlık anılarının sebep olduğu inferiyorite salyalarını cesaretle(!) akıtmak, ifşa ve aşikâr etmek için fırsat kollayan aşağılık kompleksli insan müsveddesi zavallıların düşmanlık kokan yorumlarına(!) da şahit olmaktayız.
Yakın bir zaman önce, sosyal medya aracılığı ile “Sosyal medya, konsültasyon ve tıbbi danışma merkezi değildir. Lütfen hassasiyet gösterelim!” mesajımı imzalayarak paylaşmıştım. Kendisi de bu hususlarda oldukça rahatsızlık duymuş olmalı ki, Aziz Dostum ve Meslektaşım, Sevgili Kardeşim, Udi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, rubaisiz olmamak şartı ile bu söz konusu mesajımın ilk cümlesinin “başlık” olacağı bir makale kaleme almamı münhasıran rica etmişti. Bu nedenle bu makalemiz, bir anlamda, “bir ısmarlama köşe yazısı” niteliğinde olmaktadır!
İyi ki de Sevgili Ahmet Rasim Bey, benim bu yaraya kısmen de olsa parmak basmama ve sıkıntıları dile getirmeme vesile olmuş. Mademki istedi, “olmazsa olmaz” dediği, kendisinin de seveceğini düşündüğüm bir rubaimizle sözümüzü bağlayalım.
Belli de olmaz, bakarsın bir Ahmet Rasim bestesi olur…
(İsmail Hakkı Aydın. Ya Hayy! Farklı Mânâ Bekledik. İstanbul: Ötüken Yayınları; 2014.)
FARKLI MÂNÂ BEKLEDİK
(Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün)
Hem hazandan hem bahardan bir Dilârâ bekledik.
Her bakıştan, bilmem amma belki Rânâ bekledik.
Bir çözümsüz sır içinde, bin bir esrar saklıdır,
Biz bu aşkın vuslatından farklı mânâ bekledik.