İyi bir ay dileyerek, bu ayki yazıma başlıyorum. Globalleşen ekonomi ve zorlaşan rekabetin dolaylı etkisi ile önem kazanan “kurumsal sosyal sorumluluk”, yeni dünya vizyonunda işletmelerin itibar yönetimi, yüksek marka değeri ve sadık müşteri yaratmak için uyguladığı bir politika haline gelmiştir. Günümüzde pek çok kamu veya tüzel kurum, sosyal sorumluluk projeleri geliştiriyor. Birçok işletme, sosyal sorumluluk projelerini toplumsal hayatta daha aktif bir rol oynamanın bir yöntemi olarak görmekte. Bazıları ise bunu gelecekteki toplumsal durumlarının bir koruyucusu gibi algılamakta. Yani, işletmelerinin toplumsal olarak kötü duruma düşmeleri halinde geçmişte yaptıkları bu tür projeleri bir tür kalkan olarak kullanma niyetine sahipler. Hoş bir niyet olmamakla birlikte, toplum için atılan her iyi adım bir farklılık yaratacaktır mutlaka. İşletmelerin bu konuda yaptıkları her güzel iş müşterileri tarafından takdir edilecek ve onların satışlarına iyi yönde yansıyacaktır. Pek çok durumda ise müşteriler, bu tür sosyal sorumluluk projeleri medya tarafından gözlerine sokulmadığı sürece olayın farkına dahi varmaz. Buna rağmen pek çok işletme bu tür projeleri yapmaktan vazgeçmezler. Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumların genellikle faaliyet gösterdikleri alanlarda (çevre, sağlık, eğitim vb.) gerçekleştirdikleri projelerle karşımıza çıkar. Bazı kurumlar kendi vakıflarını kurarak, bazıları da mevcut sivil toplum kuruluşları (STK) ile iş birliği yaparak proje gerçekleştirme yoluna gidebilir. STK’ların yürütmekte oldukları projelere destek vermek de yöntemlerden biridir.
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin diğer bir önemli kriteri ise sürdürülebilir olmasıdır. Toplumda fayda sağlayan bir çalışmanın gerçek değeri maddi ve manevi anlamda ölçülemez. Ancak gerçek anlamda bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi, uzun soluklu, toplumsal anlamda fayda üreten ve kalıcı yarar sağlayan çalışmaları içermelidir. Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarının tüm süreçleri bir anlamda ölçülebilir ve raporlanabilir bir değerlendirme sürecine sahip olmalıdır. Bu anlamda kalıcılığı sağlayacak olan ölçülebilirlik, toplumsal fayda ile ilgili bilimsel alanlarda gelecekte de başvuru kaynağı olabilmeli, elde edilen veriler akademik çevreler veya kamu kuruluşları tarafından değerlendirilebilmelidir. Tüm bunların yanı sıra bu tür kurumsal sosyal sorumluluk projeleri, işletme ve/veya marka ile müşteri arasında duygusal bir bağ kurulmasına da yol açar. Bu bağ, müşterinin o işletmeyle olan tüm ilişkilerinde kendini iyi hissetmesine yol açar.
Bugün sağlık alanında da bu tür projelere sıklıkla rastlanmaktadır. Kimi okul açıyor, kimi diş fırçası dağıtıyor, kimi ise kansere savaş açıyor. İlk akla gelenleri “KAÇUV Aile evi”, “TBB Çok yaşa bebek”, “Avon meme kanseri ile mücadele”, “Prima 1 paket 1 hayat kurtaran 1 aşı”, “Sanofi Aventis Okulda Diyabet Programı”, “Aygaz Ayışığı” ve “El bebek gül bebek” projeleri olarak sıralanabilir. Bu projeler arasında yer alan ve ilk örnekler arasında sayabileceğimiz bir tıbbi destek ve sosyal yardım programı olan “Çok Yaşa Bebek”, Türkiye Bankalar Birliği tarafından ülkemizdeki bebeklere tıbbi müdahale imkânlarına katkıda bulunmak amacıyla 2003 yılında başlatıldı. Uzman hekimlerden oluşan bir danışma kurulu iş birliğinde sürdürülen program çerçevesinde bugüne kadar Kocaeli’nden Diyarbakır’a, Trabzon’dan Mardin’e pek çok ilde ihtiyaç tespiti yapılan hastanelere tıbbi cihaz bağışında bulunuldu. Hastanelerin yenidoğan ve çocuk bölümlerine bağışlanan cihazlarla bugün 10 bini aşkın bebek “hayat”a tutunuyor. Çeşitli dönemlerde anne-babalara dönük eğitim programlarıyla da zenginleştirilen kampanya, her yıl yeni il ve hastanelere yapılan yardımlarla genişliyor.
Tüm bu projeler, toplumsal hayatımızın sağlık alanında fark yaratabilecek projelerdir. Benzerlerinin daha çok oluşması ve desteklenmesi de şarttır. Esen kalınız.