Hemşirelik camiasına katılışımın üzerinden otuz yılı aşan bir süre geçti. Bu uzun yıllar boyunca hastanelerde, akademide ve sahada çok sayıda insanla tanıştım. Akademide hocalarım ve öğrencilerim, sahada meslektaşlarım, yöneticilerim ve yöneticisi olduklarım, büyüklerim, küçüklerim, kuşak arkadaşlarım… Bazılarıyla belirli sürelerde ve çeşitli zeminlerde (kurullar, komisyonlar, dernekler, kongreler, projeler vs.) birlikte çabaladık ve hala uğraşımız devam etmekte. Mesleğimizi bir adım öteye götürmek, büyüklerimizden emanet aldığımız bayrağı daha ileriye taşımak ve nihayet mesleğimizin hak ettiği yere ulaşması, hasta bakımının ve sağlığı koruyup geliştirmenin hastayı tedavi etmek kadar önemli olduğu gerçeğiyle, hemşireliğin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Mehter marşı gibi zaman zaman bir ileri iki geri gitmiş olsak da, ulaştığımız başarıları da azımsamak niyetinde değilim. Yani kısacası bir alanda uzmanlaşmak ve bu alanı zenginleştirmek adına aynı dönemdeki meslektaşlarımla birlikte yıllarımızı verdik. Bir ömür harcadıktan sonra, dönüp arkamıza baktığımızda bazı akademik ve yönetim kadrolarında işin doğasından bihaber, hiç emeği olmayan birilerini görünce bunu ne kendimize, ne de geleceğin hemşireleri olacak öğrencilerimize nasıl açıklayacağımızı bilemiyoruz.
Modern iktisat teorisinin kurucusu sayılan Adam Smith’in, uzmanlaşmanın toplum refahına çok ciddi katkılar yaptığına dair olan görüşü, pek çok kesim tarafından kabul görmüştür. Buna göre, herhangi bir grup içinde yapılacak tüm işler, onu en iyi şekilde yapabilen kişi tarafından gerçekleştirilip diğerlerine de arz edilirse, o grubun toplam üretim kapasitesi artar. Bunun alternatifi, gruptaki her bireyin yapılması gereken tüm işleri kendi başına, kendine yetecek kadar yapmasıdır. Adam Smith herkesin kendi işini kendisinin yapmasının grubun toplam üretim miktarını çok sınırlandıracağı görüşündedir. Ayrıca uzmanlaşma sayesinde insanların tüketimine sunulan ürün ve hizmetlerin miktarı yanında, çeşitliliğinin de artacağı bilinmektedir. Smith’in birkaç yüzyıl önce dile getirdiği bu görüşlerin günümüzde çok daha geçerli olduğunu görmekteyiz. Her geçen gün yeni uzmanlık alanları ortaya çıkmakta, bilim insanları bu alanlarda yeni bilgi üretmekte, yatırımcılar bu alanlara sermaye bağlamaktadır. Uzmanlaşmanın üretim kapasitesini artırmasının iki temel gerekçesi vardır. İnsanlar doğuştan gelen beceri ve zevkleri nedeniyle her işi aynı güzellikte yapamayabilir. Uzmanlaşma, kişilerin kendi beceri ve tercihlerine uygun işleri yapıp diğerlerini başkalarından temin etmesini sağlar. Böylece, toplum içinde yapılması istenen her iş, o fonksiyonu en iyi şekilde icra edebilecek kişiler tarafından yapılır.
Uzmanlaşmanın bundan daha önemli yararı ise, insanların sadece belirli bir fonksiyon üzerine yoğunlaşmalarına olanak sağlayıp o konuda kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmasıdır. Bir kişi bir işi çok yaparsa, ister istemez zamanla o işte daha iyi hale gelecektir. Pratik yapmak mükemmelleşmenin en etkili yöntemlerinden biridir. Örneğin, cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda sağlık meslek liselerinde ebelik, hemşirelik aynı kadrolarda istihdam edilirken, zaman içerisinde bunların ayrı meslek oldukları bilincine varılmış, eğitimleri de ayrılmıştır. Hele günümüzde bu durum çok daha fazla önem kazanmıştır. Ekonomik, sosyal ve politik anlamda küreselleşen ve süratlenen dünya, hemen her alanda çok hızlı değişimlere sahne olmaktadır. İşleri icra etme şekli çok hızlı bir şekilde değişmektedir. Hemen herkes yaptığı işi yapma şeklini 10 yıl öncesiyle karşılaştırdığında büyük farklılıklar olduğunu görecektir. Bu kadar hızlı değişim ve dönüşüm de herkesin kendini sürekli yenilemesi zorunluluğu getirmiştir. Değişim ve dönüşümlere adapte olma zorunluluğu, uzmanlaşmanın önemini artırmıştır.
Üzülerek söylemeliyim ki, ülkemizde mesleki uzmanlaşma kavramı her kesim tarafından ifade edilmesine rağmen yeterince saygı gösterilmemektedir. Birçok kişi, diğer meslekleri icra edenlerin yaptıklarını küçümsemektedir. Kasap manavın, berber şoförün, bankacı bilgisayar uzmanının vb. yaptıklarını kendisinin rahatlıkla gerçekleştirebileceğini sanmaktadırlar. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, akademisyenler de her konunun uzmanı değildir. Doğaldır ki her akademisyenin, birey olarak, her konuda bir fikri vardır ve entelektüel bir karakteri olabilir; olmalıdır da. Ancak, konunun derinliğinde yorum yapabilmesi için, kendi uzmanlık alanında konuşuyor olması gerekir. Yani her akademisyen, isminin önünde bir akademik unvan olduğu için her konuyu bilemez.
Ülkemizde, hemşirelik yüksekokullarının lisans düzeyinde eğitime başlaması 1955 yılına dayanır. Geçen zaman içerisinde dernek başkanlarının, akademisyenlerin, hemşire meslektaşlarımın mücadelesi sonucunda, bu yüksekokullar sağlık bilimleri fakültesi ve en nihayetinde, olması gerektiği gibi bazıları hemşirelik fakültelerine dönüşmüştür. Geçen 65 yıllık süreç içerisinde, eksik akademik kadrolar büyük çoğunlukla tıp fakültesi mezunlarınca desteklenmiştir. Bu emekleri için gönülden minnettarız. Hatta yolumuzu aydınlatan, çağının çok ötesinde vizyoner hekimlerin bu mesleğin gelişimine katkıları olmuştur. Rahmet ve saygıyla andığımız ordinaryüs Prof. Dr. Muhittin Erel bunların başındadır. Artık günümüzde kendi uzmanlık alnında yetişmiş bilim uzmanı insanlar mevcutken; hekimlerin, veterinerlerin, biyologların vb. farklı uzmanların, hemşirelik fakültelerinin doçent, profesör, dekan kadrolarına atanması tutarlı ve mantıklı olmadığı gibi adil hiç değildir. Gelişme dönemlerinde pek çok bölümde olduğu gibi farklı uzmanlık alanları boşlukları doldurmuş, desteklemiştir. 21. yüzyılda hemşirelikte lisans düzeyinde programlar yürütülürken; tıp mensuplarının, biyologların, veterinerlerin hemşirelik kadrolarına atanmayı içlerine sindirmeleri, hemşirelikten daha çok ehli oldukları kendi uzmanlık alanlarına, mesleklerine karşı saygısızlıktır.
Geçtiğimiz haftalarda medyada sıkça tartışılan, eski bir sporcunun bir bankanın yönetim kuruluna atandığı bir dönemde, niye bir veteriner hekim, hemşirelik dersi vermesin diyebilirsiniz. Hepimiz, iki yanlışın bir doğru etmediğini bilecek olgunluktayız. Bu durum her işin, en iyi bilen uzmanları tarafından yapılmasını engelliyor. Uzmanlığa yeterince saygı gösterilmemesinin getirdiği dinamik etkiler ise daha uzun vadede, başka büyük sorunlara yol açıyor. Marifet iltifata tabi olduğundan, uzmanlığa değer verilmemesi insanların yaptıkları işte uzman olma isteklerini azaltıyor. Eğer iyi uzmanlara yeterince değer verilmiyorsa, niçin kendimi geliştirmek için çabalayayım, dünyadaki benim alanımdaki gelişmeleri neden takip edeyim ki görüşü hakim oluyor. Kanaatimce bu, ülkemizdeki birçok işin “idare edecek kadar” yapılmasının anahtarlarından birini oluşturuyor. Türk halkının bunu hak etmediğini düşünüyorum.
Bunun gibi haksızlıklara uğrayan öğrencilerimin, meslektaşlarımın serzenişleri, mesleğe olan bağlılıklarının azalması, moral ve motivasyonlarının düşmesi, bu yazıyı yazmama neden olmuştur. İşin bu noktalara kadar gelmesinde hepimizin biraz katkısı olduğunu düşünmekteyim. Kral çıplak dolaşsa da kimsenin bunu dillendirmeye cesaret edemediği için. Sözünü ettiğim sorun; sabırlı olmak, kendi uzmanlık alanı içinde kalmak yerine, torpille alakasız kadrolara atanmayı içimize sindirdiğimizde, karar vericilerinde bu yersiz isteklere, ricalara, kendilerine anlatılan yalan yanlış bilgilendirmelere bakarak sessiz kalınmasıdır.
Ancak, herkes her konuda uzman olmadığının da farkında olmalıdır. En büyük erdem, bilmediğini bilebilmektir. Bilinçli, bilimsel düşünen akılların ortaya koyduğu çıkarımlarla, yükseköğrenim kurumlarında uzmanlık alanları doğal ve haklı olarak giderek çoğalırken, bireylerin her konuda ısrarla bilgi sahibi olduğunu göstermeye çalışması, önemli bir çelişki yaratır. Kaldı ki, genel olarak mesleklerin kendi içinde dahi detaylarıyla bölümlere ayrılarak, farklı uzmanlık alanlarının ortaya çıktığı, teknoloji destekli, bilgi ağırlıklı bir dönemde, her konu hakkında uzman seviyesinde fikir üretmeye çalışmak, bu yönde davranış sergilemek ne denli doğru olabilir? Şirazesi kaymış terazide kimse kazançlı çıkamaz. Bozulan terziyi düzeltmek ise hepimizin sorumluluğudur.
9 yorum
Mesleğinizi korumaya çalıştığınız aşikar. Saygı duyarım. Ancak haklılığınızı anlatmaya çalışırken başka meslek mensuplarını yargılamak ne kadar etik olur? Yazınızda akademisyen özelliklerinden biri (aynı sizde olduğu gibi) eksik kalmış; Etik kurallara uyan ve uyulmasını sağlayandır!
Saygılarımla…
Sayın Aslan, bahsi geçen meslek mensupları çeşitli yollarla hemşirelik fakültelerinde kadrolaşıyor. Bu durumun yanlışlığı geçmişten günümüze defalarca vurgulanmasına rağmen 21. yüz yılda sorun maalesef hala devam etmektedir. Dolayısı ile hocamız mesleklere değil de meslek mensuplarına direk bir mesaj vermek istemiştir. Böyle durumların yanlışlığına dikkat çekmek, diğer yöneticilerden de bu tür taleplerde bulunmalarını önlemek, kendi uzmanlık alanlarında kadrolaşmalarının en doğrusu olacağını vurgulamak bakımından daha net ve açık bir yazım dili kullanmak zorunda kalmış olabilir. Elbetteki “Sözümüz Meclisten Dışarı” deyimini burada kullanmak yerinde olacaktır. Ama inanın sırf kendi alanlarında kadro alamadıkları için hemşirelik fakültelerinde istihdam edilmek için taleplerde bulunuyor ve genellikle amaçlarına ulaşıyorlar. Bu açıdan baktığınızda eminim algınız değişecektir. Saygılarımla
Sayın hocam, elinize kaleminize sağlık.
Serkan Aslan bey’in dediği gibi akademisyen etik kurallara uygun davranırsa başka meslek alanlarında kadrolaşmaya çalışmanında yanlış olacağını bilecektir. Sayın hocam, yazınızda kesinlikle mesleklere değil, bu meslekleri yaparken hemşirelik bölümlerinde kadrolaşmaya çalışan hocalara mesaj verilmiştir. O nedenle meslek mensuplarının bu konudan rahatsız olmasına hiç gerek yoktur. Biz yıllardır veterinerlik yada tıp doktorlarından teorik derslerimizde her zaman uzmanlık alanları kapsamında destek aldık, almaya da devam edeceğiz. Ama bir mesleğin tamamen yönetimini meslek dışı bir gruba bırakmak ne adil, ne etik, ne de hukukidir. Saygılarımla…
Süheyla hocamızın görüş ve yorumlarına tamamen katılıyorum.Her birey uzmanlık alanında akademiklesir,eğer söz konusu anatomi,patoloji,mikrobiyolji gibi pre klinik dersler olduğunda tıp fak. Öğretim elemanlarından hemsirelik mesleği öğrencileri yararlanabilir,bu da tip fakültelerinden görevlendirme ile karsilanabılir.Ancak hemsirelik eğitimi için ayrılmış kadroların bir başka fak.ogretim üyesi kendi fak.de kadro bulamadığı için hemsirelik programlarina atanması kabul edilemez.Ustelik Hemşirelik Esasları,İç Hastalıkları Hemşireliği,Pediatri Hemşıreligi gibi temel meslek dersler ne yapılan atamalar mutlak düzeltilmelidir.Aynen Hastalıkları Hemşireliği alanında uzmanlaşmış bir öğretim üyesinin Tıp fak.Ic Hastalıkları derslerine atanmasının mümkün olamıyacağı gibi.Eğer bir mesleğin eğitimi için yeterli öğretim elemanı bulunamıyorsa o alanda eğitim baslatılmamalı.
Kendi mesleki alanına emek vermiş bir uzmanın en yararlı olacağı alan kendi mesleki alanıdır. Bence başka alanlarda var olmaya çalışmanın en önemli nedeni kendi mesleki alanında varlık göstermemektir diye düşünüyorum. Hemşirelik alanı kendi eğitimini ve yönetimini elbette yapacaktır. Başka disiplerle işbirliği yapma ve bunun hangi düzeyde olacağını da elbette hemşirelik mesleği üyeleri belirler. Başka bir disiplin kendi alanı dışında var olmayı gerekçelendirmeyi kendisi yapmaya çalışıyor ve eklemlenmeye çalıştığı meslek tarafından kabul görmüyorsa ciddi bir ahlaki soruna dönüşür.
Sayın Aslan öte yandan, sizi tenzih ederek ifade etmek isterim ki başkalarında suni etik sorun tanımlayan kişiler, benim gördüğüm ve gözlediğim kadarıyla (kanıtlara dayalı olarak söylüyorum) en çok etik suç işleyen kişiler. Bu konuya dönersek bahsi geçen meslek mensuplarından bazılarının kendi uzmanlık alanlarında değil de (bunun da başka sebepleri var etik olmayan: örneğin bir profesör devletin kurumunu, bölünü, anabil dalını vb. babasının çiftliği olarak görebiliyor. Eğitimin niteliği açısından gerekli olduğu halde kadro isteminde bulunmuyor, kendisinden başka öğretim üyesini o birimde barındırmıyor ki etik açıdan en büyük suçlardan biri budur!!! vb.) Yani bu tür sorunlar kıymetli hocamın yazısında bahsettiği sorunları beraberinde getirebiliyor. Bu nedenle üst yönetimlere de büyük görevler düşüyor. Her kurumda doğruluk, dürüstlük, etik gibi değerlere göre çalışma ortamı oluşturmak ve denetlemek bu görevlerden bazılarıdır. İyi günler diliyorum
Değerli Hocam bilginize, emeğinize ve kaleminize sağlık.
Ülkemizde, üniversitelerde lisans eğitimi hemşirelik alanında olmayan, yüksek lisans ve doktora eğitimini bu alanda tamamlamamış kişilerin, hemşirelik bölümlerine atanmaları ile ilgili yaşananları çok güzel ele almışsınız. Teşekkür ederiz.
Hocam, kaleminize sağlık. Meslektaşlarımızın ve bizlerin düşüncelerimizi dile getirmişsiniz. Teşekkür ederiz
Sevgili Süheyla hocam,
Paylaşım için çok teşekkürler. Elinize kaleminize sağlık. Birde Toplum Ruh Sağlığı hemşireliği için yazın. Aşağıda linkleri ekledim.
Almanya’dan sevgilerimle
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/yonetmelik/7.5.13830-ek-2%20ve%203.htm
http://www.halkhemder.org.tr/