When the eagles are silent, the parrots begin to jabber.”
(Kartallar susunca, papağanlar gevezelenmeye başlar.)
Sir Winston Churchill [ İngiliz Devlet Adamı]
Daha önce yazmıştım, Türk Tabipler Birliği (TTB)’nin web sayfası benim takip etmekten zevk aldığım internet sitelerinden birisi. Bu sayfadan meslek örgütümüzün biz hekimler için ve biz hekimler adına neler yaptığını rahatça izleyebiliyorsunuz. Yaptıkları her şeyi tasvip etmek mümkün değil. Zaten onların da her üyesini memnun etmek gibi bir zorunlulukları yok. Seçimle yönetime gelmiş insanlar kendi “evren tasarımları” ve “dünya görüşleri” doğrultusunda icraatlarda bulunuyorlar.
Darwin’in 200. doğum senesine ilişkin icraatlarına katılmadığımı daha önce yazmıştım. Fakat aynı yazıda, TTB’nin sağlık alanında ve sağlık çalışanlarına ilişkin yaptıklarında büyük oranda isabetli olduklarını, ama bunun dışına çıkıp “sosyal meselelere” girince temsil ettiği meslek grubunun anlam veremediği veya tasvip etmediği girişimlere imza attığını söylemiştim. Bu yazım da onlardan biri ile ilgili olacak. Hayır, seçim sandıklarına gözlemci göndermelerinden bahsetmiyorum. Nasılsa siz bu yazıyı okuduğunuzda seçimler bitmiş olacak. Sözünü ettiğim, “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu”na verdikleri destek.
Bu platform “Biz kimiz?” diye sorup cevabını şöyle vermişler: “Biz sendikalarız, meslek odalarıyız, toplumsal hareketleriz, dernekleriz, politik yapı ve partileriz, dergi gruplarıyız, biz, suyun metalaşmasına karşı birlikte mücadele etmeye karar veren ve bu nedenle bir araya gelen demokratik örgütleriz.”
Platform kendilerine sordukları: “Neye, kime ve niçin karşıyız?” sorusuna ise birkaç madde ile cevap vermiş. Bir kısmına katıldığım, bir kısmına da fazla “sloganik” ve “ideolojik” bulduğum maddelere burada yer vermeden, karşı olma gerekçeleri arasında saydıkları ilk 2 maddeyi dikkatlerinize sunmak isterim. Diğerlerini siz TTB sayfasında bulabilirsiniz.
İlk karşı oldukları şey: “Temel bir insan hakkı ve halkın ortak malı olan suyun, alınıp satılabilen, üzerinde borsa hesaplarının yapılabileceği bir piyasa malı olması gerektiğini söyleyenlermiş.” Bunlar ya “Rakı şişesinde balık olma” özlemiyle yaşayan ve bir belediye çukurunda yaşama veda eden Orhan Veli’nin “Bedava yaşıyoruz bedava. Peynir ekmek değil ama acı su bedava” sözünü fazla ciddiye almış, ya da saatleri Glasnost (açıklık, şeffaflık) ve Perestroyka (yeniden inşa, yeniden yapma) öncesi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde durmuş. Kaldı mı dünyada suyu, elektriği, doğalgazı vatandaşına bedava veren ülke? Rusya bile uyandı.
Karşı oldukları ikinci şey ise “sulama kanallarına, evlerimize, okullarımıza, hastanelerimize kontörlü sayaç takmaya kalkışılmasıymış.” Medyada takip ediyorsunuzdur. Kaçak elektrik ve suyun en fazla kullanıldığı bölge Güneydoğu Anadolu. Şanlıurfa birinciliği Diyarbakır’a kaptırsa da her sene ilk üçteki yerini korumakta. Biz, Urfa’da yaşayıp su ve elektrik parasını düzenli olarak ödeyen vatandaşlar, faturalarımıza o “haramilerin” kullandığı su ve elektriğin parası da yansıdığından bu duruma pek bir öfkeliyiz. Kendilerine “Neden sayaç taktırmıyorsunuz?” veya “Neden elektriği veya suyu kaçak kullanıyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Su da, elektrikte bizim topraklarımızdan çıkıyor, neden para ödeyelim ki?” diyorlarmış. Bunları diyenlere “cahil” deyip geçiyorduk, ama meğersem bu söylem için “cahil olmak” bir ön şart değilmiş.
Sanki adam çeşmeden Fırat’ın suyunu içiyor. Sanki Fırat adamın kapısının önünden akıyor. Sanki “su arıtma tesisi” diye bir şey yok. Sanki belediyelerin toprak altına “içme suyu şebekesi” döşediklerinden bihaberler. Sanki helâda veya mutfakta kullandıkları su “kapısının önünden akan” Fırat’a dökülüp gidiyor. Hadi bunları onlar bilmiyor, zira halk bazı eski devlet büyüklerinin buyurdukları gibi ‘cahil’, “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu”nu oluşturan zevat da mı bilmiyor?
Pes yani! Dünya gider Mersin’e, birileri gider tersine. Sosyalizm ve komünizm tarih olmuş, demokrasi, liberalizm ve serbest piyasa ekonomisi almış başını gidiyor, bizimkiler hâlâ modası geçmiş, uygulanamazlığı test edilerek gösterilmiş sistemlerin hayali ile yaşıyor. Kimsenin hayaline engel olma hakkımız yok ama keşke etkili ve yetkili konumdaki kurum ve kişiler mevcut gerçeklerden yola çıkarak “ciddiye alınacak” önerilerde bulunsalar da, biz de onlara destek olsak. Onlar yüzünden kendimi malum bir partinin liderine benzetmeye başladım; Hep muhalefet, hep muhalefet!