Gençlik bir başka güzellik ki, çoğumuz yeterince hissedemediğimizden, yeterince yaşayamadığımızdan yakınır dururuz.
Gençler, bizden çok daha yeni bilgilerle geliyorlar. Bu bir gerçek. Bilgisayar ve internet başta olmak üzere, modern çağın araç-gereçlerini bizden daha kolay öğreniyorlar.
Evet, bir zamanlar bizler de gençtik. Öğrenci olaylarının başladığı 1966-1968’li yıllarda Orta Doğu’da öğrenci idim. Otuz küsur yıl önce, Denizli Devlet Hastanesinde uzman hekim olarak göreve başladığımda, başhekimin odasında, şimdi çoktan rahmetli olmuş bir büyüğümüz, “Aramızda en küçük sensin, o halde sen embriyonsun.”demişti.
Hocalar ve öğretmenler hiç yaşlanmaz, derler. Hep öyle zannettik bizler. Her gün gençlerle bir arada olunca, daima genç kalacağımızı sandık.
Aslında yaşlanmayı önlemek, durdurmak ne mümkün. Doğanın kaçınılmaz gerçeği bu. Ancak, öğretim üyesi ve üniversitede hoca olarak, bedensel olarak yaşlansak da, yakınımızdaki gençler sayesinde ruhsal olarak hep genç kaldık ya da bizler öyle hissettik.
Dersler, haftalık eğitim toplantıları, hasta başı vizitleri, poliklinik, doğumhane, hatta ameliyatlarda bile her zaman gençlerle beraberiz.
Ameliyatlarımıza aldığımız en kıdemsiz olanlara ve internlere sadece ekartör çektiririz. Biz onlara “kürekçiler” diyoruz. Onlar, ameliyatları en iyi yerden seyredenlerdir. Genelde hiç hata yapmazlar. Bazen aralarında yorulup bayılanlar olduğunda, başka bir arkadaşı hemen onun yerini alır. Ameliyat piyeslerini fotoğraflayanlar yine onlardır. Frozen için materyalin getir götür işlerini yine onlar hiç erinmeden üstlenirler.
Geçen gün odama gelen bir öğrencim, ameliyatlarıma girmek için izin istedi. Tıbbiyede kaçıncı sınıfta olduğunu sorduğumda, birinci sınıfta olduğunu söyledi. Ona ameliyatlarıma tabii ki girebileceğini, ancak bunun dört sene sonra olacağını söyledim.
O kadar saf ve masumane hislerle doluydu ki, hem şaşırdım, hem de onun adına gururlandım. Düşünün, anatomiye bile yeni başlamışlar. Eminim ileride çok iyi bir doktor olacaktır.
Aslında çok mecbur kalmadıkça gençlerin arasına girmemeye çalışırım. Sevinçlerini, hüzünlerini, günlük dertlerini kendi aralarında paylaşsınlar, sevdiklerini, eşlerini kendi aralarında bulsunlar, varsa sorunlarını kendi aralarında çözsünler isterim.
Mezuniyet, evlilik törenleri olur, önemli bir işim olmazsa katılmaya çalışırım. Ancak onların da özelleri var ve ben bu özellere girmek istemem.
Biz bu gençlere yeterince örnek olabiliyor muyuz? Onları, iyi birer hekim olarak ne derecede yetiştirebiliyoruz? İşte bununla ilgili bazı ciddi kuşkularım var.
Sadece belli bilgileri öğrenmekle iyi hekim olunmuyor. Bilgili hekim olunuyor, o kadar. Her bilgili hekimin iyi bir hekim olduğunu kim iddia edebilir? Olabilir de, olmayabilir de.
İyi hekim olmanın olmazsa olmazı olan, bilgili olmanın yanında, hekimlik formasyonu, acaba nerede ve hangi sınıfta veriliyor?
İşte bu nedenle, buradan itibaren, hasta-hekim, hekim-hekim, hekim-toplum ilişkileri devreye giriyor. İyi hekim, hastalarına güven veren, onları her koşulda dinleyen, onların dertleriyle dertlenen, sevinçleriyle sevinen vs.
Acaba, biz kendimiz, bunların ne kadarını yapabiliyoruz? Bu gençlere, bildiklerimizin yanında hekimliğe özgü davranışlarımızın ne kadarını aktarabiliyoruz? Ben bundan oldukça kuşkuluyum arkadaşlar.
Gençleri iyi eğitmek için önce onları iyi anlayalım. Ondan sonra da, onlar için örnek bir rol model oluşturalım. Giyim kuşamımız, konuşmalarımız, alışkanlıklarımız ve davranışlarımızla. Hamuru iyi yoğurmak için önce kendi hamurumuz kıvamında olmalı.
İşte buna yabancılar “koçluk” diyorlar.